Cumartesi, Aralık 7, 2024
Makaleler

Kadroyu Nasıl Kavramalı? – Bedri Yılmaz

Kadro tanımı görevlendirildiği ölçekte hayatını doğrudan devrimci gerçeklikten kurana denir. Açmak gerekiyor, görevlendirilme meselesi biraz karmaşık olabilir. Görevlendirme kavramı bir erk tarafından bize buyur edilen bir “şey” gibi anlaşılsa da aslen meselenin iç dinamiği böyle değildir. Kadro çoğu zaman inisiyatifler ile çalışır ve inisiyatiflerinin ölçeğini ise perspektif belirler. Yani aslen görev kongreden çıkan ana-ara hedeflerdir ve yetkinliği derecesinde bu hedefe ulaşmak adına kolektif bir bilinçle çalışmalı ve görünür-görünmez inisiyatifler almalıdır. Çünkü kadro aslen yapının yansımasıdır. Tartışılmaz ya da mahkum edilmez olmadığı gibi bazı koşullar içerisinde tartışılır bir pozisyonu da olmayabilir. Bu durum devrimci mücadelenin gerekliliği esasında tartışılmalıdır. Güvenlik, gereklilik ve benzeri durumlar ancak durum aşıldıktan sonra tartışılabilir ki bu sayede hata yapma hakkı sağlansın. Hata yapma hakkı demişken bu bahis aslen görece bir konumdan kavranmalıdır. Kadro dediğimiz yoldaşın hata yapma payı olabildiğince küçük olmalıdır ki politik/pratik olarak hareketin genel kavrayışından sapmalar, farklı bir odakta tartışmalar yaşanmasın. Ama aynı zamanda kadro çok yüceltilecek bir yoldaş anlamına da gelmez, yoldaşın yüklendiği sorumluluklar fazla ya da kritik olabilir fakat kadronun işlerliği, birlikte hareket ettiği öznelerin kolektif işlerliği ile sınanır. Bu kolektif işlerlik halinin yansımasını incelemekte fayda var.


Buraya kadar anlatılanlar her öznenin kendini geliştirmesi gerektiği gerçekliğinin somut bir yansımasıdır. Bu geliştirme hali teorik-pratik geliştirme havzaları iken her öznenin sorumluluğudur fakat kadronun ayırt edici özelliği yapının perspektifine hakimlik ile beraber sorunlarına da perspektiften bakarak pratik, anlık çözümler getirebilmesidir. Örnek vermek gerekirse; Bir kadro kolektifle beraber tuğlayı taşır, harcı karar, koyulan her tuğlanın arasına serer, buraya kadar kolektif ile beraber işleyen süreç şurada ayrışır, örülen duvarın -gözden kaçacağını varsaydığımız- üst üste koyulan tuğlalarından taşan harcı temizler ve duvarı olması gerektiği biçme sokar. Serdiğimiz metafor en nihayetinde tam olarak karşılık bulmayabilir. Çünkü devrimci mücadele bu anlatıdaki kadar formüle edilebilir değildir. Günler, aylar ve yıllar süren faaliyetimiz en nihayetinde insana içkindir ve sırtımızı değişmez, kalıplaşmış bir tartışma alanına yaslayamayız bu sebeple metaforun bıraktığı yerden tekrar tartışmak gerekirse kadro gözden kaçanı ya da göze gelmeyecek olanı yüklenendir.


İzleğimizi yavaşça oturttuğumuzu varsayarak şunu ifade etmeliyiz, her yoldaş farkında olarak ya da olmayarak kadro faaliyeti yürütür. Peki hala kadro ile örgütlü arasındaki fark bu kadar belirsiz iken duruma nasıl bakmalıyız? Aslında yukarıda kadronun ayırt edici özelliklerini sıralamış bulunuyoruz. Kadro yapının yansımasıdır. Yansıma hali sorgulanamaz değildir fakat sorgulanma alanı yapının ilgili organı ile ortak gerçekleştirilmelidir.


Kadro varılacak bir konum değildir, yaşamı devrimcileştirmenin bir adımı olarak ve mücadelenin sürdürülebilirliği adına bir gereklilik olarak okunmalıdır. Fakat konum olmadığı kadar da konumdur. Çünkü gününü, sürekli perspektife ve hareketin odaklarına yönelik geçiren bir yoldaşın faaliyet yürüttüğü alanda ustalaşması söz konusudur. Sürekli yapı ile tartışan, yapacağı her noktada yapının perspektifini yapının her öznesi ile doğrulayarak ilerleyen yoldaş, ustalaştığı alanda geçerli sayılmalıdır. Geçerlilik en nihayetinde hiyerarşik bir bütün oluşturmaz çünkü devrim yolu her zaman hatsız, bağlamsız önermelere açık bir faaliyet alanı doğuramaz. Yapının perspektifinden uzak her fikir tartışılarak, ikna yöntemi ile perspektife yakınlaştırılmalıdır. Perspektife yakınlaştırılan her fikir ise amasız fakatsız kolektif üretim havuzunun içinden kurgulanmalıdır. Yani kadronun bir görevi de bulunduğu her alanda perspektifi diri tutmaktır. Gününü ve faaliyetini buna göre organize eder ve mücadeleyi yataylaştırmak adına perspektifin sürdürücüsü alanları, anları, süreçleri örgütler.


DEVRİMCİ İDDİANIN SAĞLANMASI İÇİN TARTIŞMAK

Buraya kadar kadronun işlevini ve var olma sebebini irdelemiş bulunmaktayız. Şimdi kadronun da özneleşeceği tabanın yani Komünlerimizin işlerliğini yasladığı düzlemin bir ayağını yani ”kolektif üretim havuzunu” inceleyelim.


Örgütlü düzlem kariyer merkezi gibi okunmamalıdır. Yani yapı ile kurulan ilişki yükselme ve konum elde etme ilişkisi olarak okunamaz. Dönem dönem ileri çıkan arkadaşlar olacaktır ve bu arkadaşlar bu hallerini sürdürülebilir kılarak öne çıkma dönemini bütün yapı için geçerli kılacak bir motivasyon odağı haline getirmek ile yükümlülerdir. -Yükümlülük baki olan sorumluluk anlamına gelmez. Aslen doğalında işleyen- işleyecek süreçlere dikkat çekmek ve dokunmak için bu kavramlar kullanılmaktadır.- Her yoldaş bir diğer yoldaşından sorumludur ve bu sorumluluk hali yeni olanı bulmaya yüzünü dönmüş tartışmalara gebe olmak zorundadır. Yani her şey en yakıcı hali ile tartışılabilir ve tartışılmalıdır da. En geri olduğunu düşündüğümüz önermeler de en ileri olduğunu düşündüğümüz önermeler de birbiri ile çatışarak en ileri denklemi oluşturabilir. Diyalektikten geçerliliğini alan bu denklem ile beraber aslen her yoldaş her an her fikrini açmak adına motive edilmelidir. En sorunlu önerme olmaz ise en doğru denklem yakalanamaz. Doğru yanlış gözetmeden birkaç soru sormak gerekir ise; “Pankartı tuvalet kağıdına yazmak mümkün müdür? Mümkün değil ise ne ile yazacağız? Yazdığımız pankartın tuvalet kağıdı ile yapılması ne gibi olumlu olumsuz sonuçlar doğurur? Başkaca yöntemler belirlenebilir mi? “


Bu sorular ile beraber aslında sorulan her sorunun yeni tartışmalara gebe olduğu gerçeğini ortaya sermiş bulunuyoruz. Süreçler ve onların içindeki konumlarımızı okurken her fikre açık tartışma denklemlerini yaratmak bu sebeple zorunluluğumuzdur.
Devrimci iddianın masada da pratikte de sınandığı anlardan biri yaratıcılığıdır. Eski pratiklere ve teorilere sırtımızı dayayarak orada ısrar etmek bizi konjonktürün tıkanıklığına bağlı olarak hareket edemez hale de getirebilir. Tam da bu sebepten ne yapacağımızı/ nasıl yapacağımızı tartışırken aklımızı ve imkanlarımızı belli bir pratiğin belli bir görüngüsüne yaslamamalıyız. Tartışma denklemimiz olabilecek üzerinden değil göze alacaklarımız üzerinden açılmalıdır, ardından tartışma, doğalında yapabileceğimizin en iyisine oturur. Ki tartışma denkleminin açıldığı ilk uç önermeye gelecek olan “Olmaz” cevabı olabilecek “Olacağın” sorgulanması demektir!


Çıkışsız görünen denklemlerde bile devrimciler tarih boyunca en yaratıcı olanın sürdürücüsü olmayı yüklenmiştir. Meydanlar bizlere yasaklandığında bulunduğumuz en küçük alanı bile bir meydana çevirmemizden tutun, devletin tutuklama saldırılarını boşa çıkartarak hapishaneleri okula çeviren yoldaşlarımıza. Sakal yasağına karşı sakal grevine çıkanlardan, toprakları işgal edilince bu işgal haline karşı savaşmaktan başka yol göremeyip yer altında kocaman bir ülke inşa eden Vietnam gerillalarına. Grev hakları eylem yasakları ile gasp edilen maden işçilerinin tünel kazarak eylem alanlarını kendilerinin belirlemesinden, kod-29 ile işten atılan işçilerin boykot örgütlenmesini çağrıcı-pasif pozisyonda bırakmayarak Migrosların önüne giderek giriş çıkışları kapatarak boykotu fiili bir pozisyona sürüklemelerine kadar. Yani düşmanın her saldırısını onun çizdiği alanlarda debelenerek değil çizdiği alanları yararak karşılayanlardan öğrendiğimiz şey olmaz denilenin başarılmasıdır.


Bu başarı örgütün tabanı ile bütünleşmesi ve bütünleştiği tabanın mücadelenin içerisinde üretici bir pozisyon yakalaması anlamını taşır. Taban yalnızca hamal olarak kavranmamalı bütün tartışma süreçlerine bir şekilde aktif bir pozisyondan katılabilmelidir. Ancak bu denklem ile ilkesel-teorik bir birlik sağlanabilir. Yapının yansıması olan kadrolar da bu denklemin içerisinden yetişir, var olan kadrolar ise bu denklem ile yapının perspektifini güncel ve diri tutacak metotları işler kılabilir.


Yani devrimci iddianın sağlanması ancak taban inisiyatifinin güçlenmesi ile güçlendirilmiş bir yapının mevcudunda sağlanabilir.


ÖRGÜTLÜ DÜZLEMDEN YAPIYA BAKMAK


Örgütlü düzlem de yaşamı devrimcileştirmenin bir adımı olarak okunmalıdır. Evet örgütlü olmak güçlü olmaktır fakat güçlü olmak tek başına hiçbir şey ifade etmez. Daha doğrusu “güce” bakışımızı gözden geçirmemiz gereklidir. Güç yalnızca sayısal varlığımız demek değildir. Bizler gücümüzü politikamızın geçerliliğinden alırız ki bu geçerlilik söylediğimiz sözün yürüttüğümüz faaliyetin tabandaki meşruluğuna bağlıdır. Devrimciliğin meşruluğu sorgulanamaz fakat pratik meşruluk tarafından tartışmak gerekirse, devletin açtığı meşruluk alanlarının içerisinden söz üretmeyi ana odağına koymayan devrimciler için meşruluk ancak halktan gelen meşruluktur. Ürettiğimiz politikalar ve yapımızın “gücü” ancak bu denklem ile kavranabilir.


Örgütlü olan her yoldaş aslen gerçekleştirdiği en küçük faaliyetten en büyüğüne kadar bu alanın içerisinden çalışır. Politik-pratik hedeflerimizi gerçekleştirmek adına ördüğümüz bütün süreçler de bu duruma içkindir. Bu sebeple yürütülen faaliyetin önemli bir noktasını taban inisiyatifleri oluşturur. Kadro olan/olmayan her yoldaş ise bu inisiyatife dahildir. Kadronun görev tanımını kapsayan alanlara ise örgütlü olan arkadaş kadronun kendi inisiyatifine göre dahil olabilir. Gayet tabi Kadro yoldaş da Örgütlüdür fakat bu tarz bir ayrımı anlatıyı kolaylaştırmak için kullanmak zorundayız. Örgütlü birey kendi katılımcılığı doğrultusunda kadrolaşır. Yaşamını organize etmenin ön koşulunu devrimden kuran her birey kadrolaşamaz fakat bu koşulu kurmak ile kalmayıp devrimi bugünden örgütleyen her birey bilinç olarak kadrolaşmış demektir. Yapının ise esas odağı bu bilinci örgütleyerek, bilinci fiili bir pozisyonda nicel-nitel gerçekliğe kavuşturmaktır.