Cuma, Nisan 26, 2024
Makaleler

Taban’a Açık Teklif! – Bedri Yılmaz

“Taban” kavramının düzen siyasetinde taşıdığı anlam; ikna edilmesi gereken ve bu sebeple ‘Kazan-Kazan’ ilişkisi kurulacak olan geniş halk kitleleridir. Yani bu geniş halk kitlelerinin ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçlarına yarım yamalak da olsa denk/karşılık gelecek vaatlerde bulunulur ve bu vaatlerden hangisi tutarsa iktidarı almak için bir sonraki seçimde mottolaşacak bir slogana bile dönüşebilir. Gerekirse her an her şey olabilir çünkü düzen siyasetinin kodları bu yöndedir. Buradan hareketle siyasetçi tanımını da ortaya koymamız şart görünüyor, ki siyasetten hayatını geçindirebileceğinden fazlasını bekleyen kim varsa halka karşı olan hislerinde samimi değildir.

Biraz daha açmak gerekiyor. Rant alanları, sözünün geçerliliğinin olmasının sağladığı güç olgusu ve bilumum bir çok nokta kaybedecek ‘şey’ler arasına girer. Nedir bu kaybedecek şeyler? İnsan kaybedecek şeyi olursa neyi göze alabilir-alamaz? İstediği kadar halkçı ve taban inisiyatifi odaklı düşünsün kaybedecek şeyleri olan her düzen siyasetçisi istemeye istemeye de olsa düzen ile uzlaşmaya dünden hazır olacaktır.

Siyaset koltuk demektir ve koltuk bireyi yozlaştırmaya eğimlidir, her ne kadar istisnalar olsa da bu gerçek değişmez. Güç tekelleştikçe insan kendine ve topluma yabancılaşır. Bir de gücü ele geçirme potansiyelinin taşındığı anlar vardı ki o anlar aslen coşkun anlardır. En küçük düzen siyaseti temsilcisi bile esip gürlemeye başlar. Küçük diyorum çünkü onlar güçlerini pasta dilimindeki büyüklüklerinden yani nicel orandan ölçerler. Tabi bu siyasetçiler için güç de çeşitlidir.

İlk çeşidimiz pasta dilimi olan güç, bir sonraki seçimde onlara iktidarı garantileyecek olan unsurdur. Bir diğer güç çeşidimiz iktidarı garantileyecek olan ana örgütün tek elde topladığı mikro güç unsurlarıdır. Yani herkes ya doymalıdır ya da kendini güçlü hissetmelidir ki iktidar yalnızca garanti değil sürdürülebilir bir hale de kavuşsun. Ve fakat ikinci çeşidimizin bir kaç sıkıntısı bulunmaktadır. Geniş halk kitlerince oy alan ve kendini bu şekilde var eden bir partinin ideolojik birliğinin sağlanması şarttır. Bu şart tabana aynı şeyleri anlatarak yerine getirilebilir, tabana yalnızca tabanın duymak istediklerini söyleyecek ve tabandan duymak istediklerini seçerek duyacak bir mekanizma hızlıca inşa edilebilir. Fakat parti eğer ki kendisini iktidarı sürdürülebilir kılma pozisyonuna getirdi ise iktidara ortak olan ve/veya kendi güçlendirdiği, sonradan ortak olan güç odaklarına istediğini vermek zorundadır. Partinin çıkarları devletin çıkarlarıdır. Bu zorundalığı gereği eğer ki partinin güç odakları üzerinde katı bir söz hükmü yok ise çıkar ilişkileri ‘Partinin çıkarları’ maskesi altında devletin çıkarları haline gelir ve bütün inşa olan iç işleyiş dengesini alt üst olur. Yani bireyin çıkarları Partinin çıkarlarıdır.

Acımasız bir şekilde de olsa bu tip yapılarda kolektif birey kavramını kazanç üçgenleri, beşgenleri çevresinde gözlemliyor oluyoruz. Bir simgesel lider seçiliyor ve bu liderin işaret ettiği nokta genel olarak en kapsamlı anlam havuzunda bulunuyor. Yani öyle her anlama gelecek şeyler söyleniliyor ki herkes kendi için bir pay çıkarabilmiş oluyor. Öyle kavramlar kullanılıyor ki insanlar ne düşündüğünü ve/veya düşündüğünün nereye oturduğunu unutur hale geliyor. Parti mensubu halktan bir birey bir yerden açım derken bu açlık sorununun muhataplığına muhalefeti oturtabiliyor. “Sarsılmaz bir iradeyi sürekli sarsmaya çalışıyorlar! Sürekli kıskanıyor, sürekli üzerimizde oyunlar oynuyorlar!”. İkinci cümle mümkündür. Oyundan kastın iktidarın, mevcut iktidar partisinden alınmasının olduğunu var sayarsak, politikanın kaçınılmazlarından olan kulisler bile bir oyun alanıdır.. Fakat tabanın kolektif bireyliğini incelemeye çok dalmamamız gereklidir çünkü bu tarz bir siyaset anlayışında tabanın yeri iktidarın parlamenter siyasetteki meşruluğu kadardır. Taban tebaadır, tabidir. Simgesel lidere güvenmektedirler ve bu liderin gösterdiği yöne doğru yürürler ( kim bilir hangi küçük güç odağının hangi çıkarı için o yön gösterilmiştir).

Bu saydığımız uzun nedenler ile birlikte biz Devrimci Komünistlerin politik-pratik farklar ortaya sermesi gerekiyor. Bu konuya dair önermemizi tabanın potansiyel oy oranı değil doğrudan kendi kaderini kendisinin tayin etmesinin araçlarını oluşturmaktan sunuyoruz. En basit hali ile düzen siyaseti ile aramızdaki fark budur.

Tabanın doğrudan katılımcısı olduğu, hatta ve hatta katılımcısı olarak kalmayarak kendi inisiyatifi ölçüsünde inşacısı olduğu bir siyaset anlayışını temsil ediyoruz. Açık teklif başlığı bu sebeple tesadüf değildir. Yaşamı yaşanılır kılacak yegane şey bu hayatın köhnemiş dinamiklerini değiştirme gücümüzün olduğunu bilmektir. Bu gücün adı örgütlülüktür. Örgütlülük bireyin kolektif bir havza içerisinde pratik ve teorik akışını diğer bireyler ile tartışarak harmanladığı ve eylediği bir yaşam alanıdır. Evet örgüt bir yaşam alanıdır çünkü yaşamın içinden konuşmak ve hareket etmek zorundadır. Bu zorunluluğu yaşamı değiştirme dürtüsünü üstlenmesinden gelir. Peki kimdir bu yaşamı değiştirecek olan? Kolektif bireylerdir, bu bireylerin oluşturduğu toplamların organize hareket etmesidir. Tabi ki tek başına organize hareket etmek işe yaramaz keza organize olmak büyük bir başarıdır fakat gönyesiz bir organize hal, başarı yerine büyük bedeller ödetecek sonuçlar da ortaya serebilir ki bu sonuçlar çoğu zaman öğreticidir de.

Kolektif birey kavramından bahsettiğimizde örgüt kavramı da kafamızda soru işareti oluşturabilir. Anlayışımız ve kavrayışımız gereği devrimi devrimcilerin yapacağını düşünmüyoruz. Devrimi devrimcilerin de eşit katılımcısı olduğu ve halka yıkıcı bir araç sağladığı ölçüde halkın gerçekleştireceğine inanıyoruz. İktidara bakış açımız da bu cümleden ortaya çıkmaktadır. İktidarı bilir kişilerin bir çoğumuzun üzerinde söz hükmü olduğu elitist bir kıvamda karşılamıyoruz. Ele geçirdiğimiz iktidar bir an önce çözülmeli ve Komünist muhtevamız ile buluşmalıdır. Bu buluşma ancak bu mücadelenin şimdiden, neoliberal politikaların toplumun ilişkilenme biçimlerine sirayet etmiş olan biçimlerini yok ederek ve yerine özgür toplumun tohumlarını ekerek gerçekleştirilebilir. Devletin bir araç olarak geçiş sürecindeki varlığı da bu yöntem ile erkenden sönümlendirilebilir.

Devrim, örgüt ile başlar ve kesintisiz bir şekilde sürer. Bu savı kabul ettiğimiz anda içinde bulunduğumuz coğrafyada gerçekleşecek bir devrimin aslen daha büyük bir örgüte sahip olmak noktasından kavranması zaruridir. Yani devlet-konfederasyon-platform-sendika adına her ne dersek diyelim enternasyonal komünizme giden yolda bir araç olmak durumundadır. Yani şişede durduğu gibi durmayacak olan devrimin çözüm getirmesi gereken sosyal, iktisadi ve bir çok noktadaki sorunları bütün dünyanın dertleri ile ortaklaşacak bir pozisyonda kavrayarak mutlak olan devrimci gerçekliği açığa çıkartabiliriz.

Çok ileride gerçekleşecek bir tartışmanın içinde boğulduğumuzu düşünüyor olabilirsiniz. Fakat aslen bugünün içinden tartışmaktayız. Devrimin yayılması için yalnızca bir fikir olarak değil pratik olarak da yayılması gereklidir. Dünya devrimine gidecek olan yol bireylerin kafasında başlar ve eyleyerek, mevzi mevzi taarruza geçerek zafere ulaşır.

Mahalleleri özgürleştirmek coğrafyayı özgürleştirmenin bir görüngüsüdür. Bu görüngü bizlere neler yapabileceğimizi gösterir. Yani dünya devrimi bir hayal değildir, örgütlü bir halkın varlığı ve bu halkın savunmacı değil taarruzcu çizgideki mücadele anlayışına kavuşmasıyla geliştirdiği sınıf savaşı, dünya devriminin kapısını aralayacaktır!

Gereklilik açık; kendi kurtuluşunu kavrayan/kavrama yolunda olan her bireyin örgütlenmesi ve kurtuluşunu eylemesi gerekiyor. Fakat gerekliliklerden bahsetmek çözüm getirmez. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın somut koşulları bize gösteriyor ki büyük bir yüzdemizin yaşamak için yoğun bedeller ödemesi gerekiyor. Yani çalışma şartlarının ağırlığını, düşük ücreti kabul etmemiz gerekiyor ki en azından yoksulluk sınırının altında bile kalsak bir tas çorba içebilelim. Bu yoğun bedelleri öderken bir yandan da sınıf kardeşlerimize bedeller ödetmekteyiz. Her gün işten atılma tehlikesi yakamıza asılı durduğu için patronların ücret düşürmesine, ücretsiz izinlerine boyun eğmek zorunda kalmamızın asli nedeni işsizliktir. İşsizlik, çalışana bir ücret baskısıdır. Çalışanın işsiz kalmamak için verdiği tavizler ise işsizliğin göz ardı edilebilir bir problem olmasına yol açar. İç içe olan bu koşulların çıkış noktası olarak önümüze neyi koymamız gerektiği üzerinde düşünmek için iki soru soralım. Bizler kaç sofrayı yıkarak kendi soframızı kurmaktayız? Bu ücretli emek çelişkilerinde çalışmak bizi insanlıktan çıkarmamış mıdır?

Bu sorulara vereceğimiz cevaplar çok çeşitli olacaktır ama ortaklaştırmamız şart! Geçinemeyeceğimiz ücretlere çalışmak için bir başka kardeşimizin üzerine basmamızı bize öğütleyen organizasyona yani kapitalizme düşman olmalıyız. Kapitalizme düşman olmak yaşamakta ısrar etmektir. Çünkü yaşamak bugün bu coğrafyada maddi koşulları düzeltmek için düzenlenecek ve toparlanacak iktisadi koşulları beklemek demek değildir. Bugün bu coğrafyada yaşamak dayanışmaktır. Dayanışmak demek örgütlülük demektir. Örgütlülük konusuna ufakça dönecek olursak, örgütlü olduğumuzda ocakta pişenden tutalım da ihtiyacımız olanlara her alanda birbirimizi korumak ve kollamak ile yükümlüyüzdür. Bu koruma ve kollama hali aslen kapitalizmin ve neoliberal politikaların bize dayattığı ilişkilenme biçimlerine karşı savaşmak demektir. Gayet tabi bu reddedişimizin karşısında durarak namlularını bizlere çevirecekler, fakat bu dikilmelerini de püskürtecek olan şey birliğimizdir.

Daha önce kurulmamış cümleler kurmuyoruz ve bir buluşa da imza atmıyoruz. Bizim gerçekleştirdiğimiz yegane şey yaşamak için savaşmak gerektiğinin bilincine buluşmak için savaşmaktır. Bu savaşı örgütlemeye çağırıyoruz.

Devrimci Komünistler olarak yaşamlarımızın üzerinde kendi kültürünü ve çıkarcı ilişkilerini dayatan düşmanlarımıza yani; Kapitalizme, Neo-Liberal politikalara, düzeni iyileştirmek adına halkı yoksulluğa mahkum eden düzen içi siyaset anlayışına karşı taarruza çağırıyoruz. Taarruzun anlamı bu hegemonyayı kırmak ve savunurken yaymaktır. Taarruzun anlamı bize dayatılan ilişkilenme biçimlerine kökten karşı çıkarak yeni olanı inşa etmektir. İnşa, her birimizin özgürce ve özgünce katılımcısı olacağı komünler ile mümkündür! Komünler kurarak, bu komünlerde kendi kaderimizi düşmanlarımızın ellerine bırakmayarak ve her komünü bir direniş mevzisi kabul ederek kazanacağız!

Komünler ile Birliğe, Savaşarak Zafere!