Cuma, Nisan 19, 2024
EnternasyonalMakaleler

Havai fişeklerin gizemi nedir? – Deniz Köroğlu

Havai fişeklerin gizemi; 2001’de Tahran’da İslam devletinin havai fişek kutlamasını yasaklamasına rağmen gençlerin newrozun gelişini kutlamak için Tahran’ın dört bir yanında, eş zamanlı olarak milyonlarca havai fişek ateşlemesinden sonra, bir gazetenin başyazısının başlığıdır. “The mystery of firecrackers” İran kamuoyuna göre havai fişekler, gençler için neşeyi, daha doğrusu neşeli olmayı yasakladığına inandıkları rejime karşı öfkeyi temsil ediyordu.1

İran’daki gençlik hareketlerine detaylı olarak giremeyeceğimizi üzülerek belirtmeliyiz. Ama hiç değilse konunun konumuzla olan bağlantısının aydınlanması açısından havai fişek krizinin o dönem devlet içerisinde neden çok büyük bir fay hattına yol açtığını açıklama ve hareketin işaret etmek istediğimiz konuya dair olan bazı noktalarına değinme gereği duyuyoruz.

‘90’lı yılların ortalarında İran’dayız. Dini otoritenin altında çeşitli gerilimler yaşayan gençler “Şam-ı gariban” ritüelinde (muharrem ayının on birinci gecesi/İran’da kasvetli bir Şii dini ritüelidir) keyifli bir sosyalleşme ve eğlence gecesi olarak yeniden icat etmeye girişirler. Elli-altmış kişilik kadınlı erkekli gruplar, ellerinde mumlarla büyük meydanların sokaklarından geçip mumlarla yere otururlar. Sabaha kadar sohbet eder ve tartışırlar. Elbette evli olmayan genç kadın ve erkeklerin beraber sosyalleşemediği ülkede, bu tip bir “kaçamak-protesto” cezasız kalmaz. Besicler2 katılımcılara saldırır ve onları dağıtırlar. Görünüşte tepkisiz kalan gençler suskunluklarını çok fazla tutamazlar. Çok kısa bir süre sonra Ocak 1995’te görünüşte Tahran’daki bir futbol maçının sonucuna tepkilerinden dolayı çoğunluğu genç insanlardan oluşan yaklaşık 100 bin kişilik bir kitle İslam devletinin başkentinde “Zalim rejime ölüm”, “Pasdarlara3 ölüm” sloganlarıyla en önemli stadyumlardan birini harabeye çevirirler. Kısa sürede bu tepki, ülke çapında kitlesel bir protestoya dönüşür.

Gençlerin, başta gençliğini yeniden inşa etme talepleri, siyasal rejime karşı kitlesel bir ayaklanmaya dönmeye başlar. 2004’e kadar olan sürede gençler, ülke çapında çeşitli kitlesel ve görece kitlesel olmayan protestoların yanı sıra besicler ve pasdarlara karşı çatışmalara kadar birçok eylemliliğin öncüsü olurlar. Fakat belki de en akılda kalıcı sloganları, adeta kolluk kuvveti konumunda olan besiclere karşı sokak özgürlüklerini kısıtladıkları iddiasıyla bir dizi çatışmayı başlatmadan hemen önce söyledikleri “Besicler neden dans etmiyor?”“Besicler de dans etsin!” sloganlarıdır.

Örnek verdiğimiz tarihe doğru, ilerde atıflar ve geri dönüşler yapacağız fakat ana muhtevaya biraz daha odaklanmak istiyoruz. Tam bu aralıkta, başka bir adrese danışarak devam edelim; Pierre Bourdieu “Youth’ Is Just a Word”“Gençlik sadece bir kelimedir” derken toplumsal bir birim olarak gençlik hakkında konuşmanın, başlı başına, gençliğin manipüle edilmesi olduğunu söylemişti. Farklı sınıflardan gençlerin (yoksul ve zengin ), ortak çok az şeyi varken, gençliği nasıl tek bir kategori olarak tahayyül edebiliriz, diye sormuştu. Erkek ve kadın gençlerin yaşam dünyalarındaki farkların çok daha dikkate değer olduğunu da buna eklediğimizde, karşımıza ya belli bir siyasi fikrin savunucuları olan gençler toplamının ya da belirli ortak talepler etrafından toplanan öğrenci aktivizmi gibi eylem biçimlerinin ötesine sahip olamayan ve olamayacak olan bir gençlik hareketi tahayyülü kafamızda canlanır. Aslında biz de tam olarak bu yazıyı söz konusu bakış açısına bir itiraz ve gençlik hareketinin, üzerinden kendini inşa etmesini gerekli gördüğümüz yapı taşları üzerinden geliştirmek istedik.

Hareketler faillerinin kimliğiyle değil, esasen dertlerinin ve taleplerinin doğasıyla tanımlanırlar. Bu, elbette bu doğa faillerinin kimliğini belirlemez demek değildir. Tam tersine bu doğa faillerin kimliğini ya da daha doğrusu kimliklere biçilen anlamı yeniden inşa etme gücüne sahip olduğu için, gençlik hareketi dediğimizde, kitlesel düzeydeki gençlerin ortak talepler amacıyla hareket etmesi olarak değil, mevcut var olan genç olma biçimlerini kabul etmeyerek gençliklerini yeniden talep eden bir siyasal bilinci anlıyoruz. Ve bu konuda da Bourdieu haklıdır, siyasal bir birim olarak gençlikten söz etmek gerçekten de mevcut gençlik anlayışını bir noktada manipüle eder. Ama bu, sadece gençlere mahsus bir şey değildir. Her kesim kendisi için hareket etmeye başladığı andan itibaren, bunu önceki varoluş biçimini yıkarak yapar. Aslında zaten her ilerlem;, tikel düzlemde bir kazanç, tümel düzlemde de bir ayrılmadır. İşte, Fransız düşünürün kafasını karıştıran da bu olsa gerek.

Gençlik hareketi, ne bir öğrenci aktivizmi olarak ne de bir siyasi partinin-hareketin bir uzantısı olarak ele alınabilir. Öğrenci aktivizmi ya da alışılmış anlamıyla öğrenci hareketi, bir öğrenci topluluğunun “öğrenci hakları”nı, doğru dürüst eğitimi, adil sınavları, karşılanabilir harçları ya da hesap sorulabilir bir eğitim yönetimini savunmak ya da genişletmek için yürüttüğü ortak mücadelelerini kapsar. Diğer yandansa, aynı manevi veya siyasi disipline sahip genç insanların varlığı, onları bir gençlik hareketinin taşıyıcıları kılmaz. Ancak belli bir siyasal disiplinin taşıyıcıları olarak belli taleplerde bulunabilirler.

Öğrenci hareketini önemsizleştirme yolunda değiliz. Ama her öğrenci hareketi, doğası gereği gücünü gençlik hareketinden alır. Kendisinin cüreti de bununla göbek bağı içerisindedir. Ve yine nihai olarak öğrenci hareketi bir gençlik hareketine dönüşerek siyasallaşmazsa ya sönümlenir ya da başka bir hattın taşıyıcısı konumuna gelir. Gençlik içinde siyasal örgütlenme ise çok daha detaylı bir konu olduğundan burada girmeyeceğiz.

Aslında çoğu zaman, talepler eylemleri üretmezler. Asıl olarak eylemler talepleri üretirler. Çünkü söylem düzeyindeki talepler, aslında belli koşulların gelişmesi sonucu oluşan hakiki istemlerin dolaysız sonucudurlar. Kendilerine biçilen gençliği ve onun yaşama biçimini reddedip gençliğini yeniden isteyen İran gençlerinin sokak özgürlüklerini talep etmesi gibi. Tıpkı, Tayyip iktidarının sırf yandaş sermayesine rant alanı açma hedefiyle şehirleriyle oynamasına; nasıl yaşamaları gerektiğini belirleyebilme yetkisini kendisinde görmesine; şiddet ve baskıyla, kendisinden olmayanı ötekileştirmesine karşı hayatlarını talep eden gençlerin, bunu söylem düzeyinde Gezi Parkı’nın yıkılmaması talebiyle ifade etmeleri gibi.

Dolayısıyla bir gençlik hareketi için, önce gençlerin/gençlik olarak toplumsal fail haline gelmesi gerekir. Fakat bir gençlik hareketini esasen harekete geçirebilecek sadece tek bir şey vardır. O da gençliğini talep etme istemidir. Çünkü genç insanlar, önce toplumsal bir konum olarak gençlik, yani toplumsal aktörler haline gelmezlerse, siyasal otoriteye karşı ortak bir meydan okumada bulunamazlar. Ve aslında genç insanlar kendileri hakkında belirli bir bilinç gösterdiğinde ve kendi gençliklerini ortak bir tarzda savunmaya ve genişletmeye başladıklarında bir gençlik hareketinin geliştiği söylenebilir. Parça parça olan genç insanlar, ortak kaygıları ifade ederken, bireysel özgürlük talep eder ve kimlikleri inşa eder, ileri sürer ve yıkarken ortak özellikler gösterirler. Gençliği yeniden talep etmek, işte böyle bir şeydir. Gerçekten de Bourdieu’nun dediği gibi farklı farklı toplumsal kesimlerde yetişmiş, belki çok az ortak yönü varmış gibi görünen bu kesim, aslında ortak yönlerini kendilerini yeniden talep etme doğrultusunda şaşırılacak bir hızda birleştirirler. Bugün tarihsel açıdan gençlik hareketlerini incelemeye girişecek herkesin karşılaşacağı somut gerçek budur. Gezi olayları da dâhil olmak üzere, Latin Amerika, Avrupa ve Ortadoğu gibi birçok bölgede gelişen muazzam boyutlardaki bütün gençlik hareketleri, bu ortak talep üzerinden şekillenmiştir. Onlara otorite tarafından dayatılan genç olma biçiminin reddi, olmak istedikleri şeyi talep etme isteği, ha bir de bunların doğal bir sonucu olarak; Neşe ve uyuşmazlık.

Aslında İran örneği, daha çok meseleyi biraz da olsa kafamızda somutlaştıralım diye verildi. Ama elbette bizim kuşağımız için en etkili örnek Gezi ayaklanmasıdır. Okuyucu Gezi’deki gençlik hareketini de inceleyerek değerlendirebilir. Şunu da eklemek istiyoruz ki, biz bu yazıda, gençlik hareketine bambaşka bir toplumsal eylem teorisi geliştirme derdinde değiliz. Sadece gençlik hareketinin, üzerinden geliştiği etmenleri inceleyerek onu geliştirme ve ilerletme yollarına dair bir şeylere işaret etmeye çalışıyoruz. Bugün faşizme karşı mücadelenin olmazsa olmaz koşulu gençlik hareketidir. Ve bunu büyütmenin yolları, bunu söylemekten çok daha karmaşık olmakla birlikte, sıradan toplanıp dağılma ve tutuklanmalarla desteklenemeyecek kadar değişken bir dinamiktir. Örneğin bugün Boğaziçi bir gençlik hareketine dönüşmez ise dönemsel bir kıvılcımdan öteye gidemeyecektir. Fakat bir yerde gençler, bilinçli ya da bilinçsiz olmasından bağımsız bir biçimde gençliklerini yeniden talep etme istencini içerlerinde taşıyorlarsa, yapmaları gereken sınırların ötesine geçmektir. Aslında bütün gençlik hareketlerinin ortak özelliklerinden en çok göze batanlardan birisi budur. Sınırların belirsizleşmesi, havai fişeklerin gizemi de biraz buradadır. Orada olan, aslında verilen bir mesaj değildi, bir protesto biçimi değildi. Orada yaşanan otoritelerin havai fişekler bitene kadar hiçbir hükmünün kalmadığı gürültülü bir atmosferde, birlikte eyleyebilme gücünün kazanılmasıydı. Bütün başkenti kapsayan tek bir ses, normal zamanlarda kulağa güm diye gelebilir, fakat doğru zamanda yapılırsa her duyu kendine başka anlamlar yükleyebilir, o zaman havai fişeklerin isyan demesi gibi.

Biz, bugün olağanüstü baskı koşullarının altında direniş mücadelesi veriyoruz. Kılını kıpırdatanın tutuklandığı, evinden ışıkları açıp kapatarak protesto edenlerin bile evlerinin fotoğrafının çekildiği, karşı devrimci güçlerin “devletin gücünü” göstermek için her yolu denedikleri bir süreçteyiz. Bu durumun yarattığı psikolojinin elbette farkındayız. Ama bu suni bir psikolojidir. Şunu iyi bilmek gerekir ki hiçbir kolluk kuvveti, fiziki şiddet uygulamak için şiddet uygulamaz. Hatta çoğu zaman fiziki olarak tutuklu tutmak içinde tutuklama yapmaz. Aslında bütün amaç yapılamayacağının psikolojik teyididir. Bu savaşta da böyledir. Hiçbir ordu, karşı orduyu fiziki olarak yok etmek için savaşmaz. Savaşma kabiliyetini kırmaya dönük savaşır, bütün strateji bunun üstünedir. Ve bunun en büyük belirleyeni psikolojik üstünlüktür. Elbette, karşı devrimci güçlerin bugün eylemlere reaksiyonlarının tek açıklaması budur, demek yetersizdir. Ama asıl mesele yapılamaz’ın kazanmasını sağlamaktır. Ve bu “konvansiyonel” bakış açısından çok daha karmaşıktır. Bir şeyin gerçekliğini görmek istiyorsanız, önce muğlaklığını bulmalısınız, faşist baskı politikalarının muğlaklıklarına bakın, orada korku ve endişe göreceksiniz. Bizim burada yapmamız gereken, “konvansiyonel” olana saplanmak yerine “uyuşmazlığın” politikasını geliştirmektir. Burada, gündemi belirleme gücüne sahip olan, polis değil gençlerdir. Gençler olarak toplanıp, tutuklanıp dağılma pozisyonundan kendimizi kurtaracak şekilde gündemi değiştirmeliyiz. Bu başkaldırının başarılı olmasının tek yolu, onu ülke çapında kitlesel bir gençlik hareketine dönüştürmektir. Bizden ne bekleniyor, ne isteniyorsa tam tersini yapmalıyız. Politik karşı duruşlar için verili kolektif dayanışmayı geliştirecek öz-örgütlenmeler olan komünleri yaratmaya çalışmalıyız. Örgütlenmenin niteliği, politik reaksiyonların örgütlenmesi amacıyla güçlendirilmelidir. Gençler, karşı devrimci politikaları ve polis şiddetini savuşturacak biçimde kendini örgütleyebilme potansiyeli ve gücüne sahiptir. Bu potansiyeli örgütleyecek yaratıcı yöntemler geliştirmek zorundayız. Yapabiliriz, ama bunun için gençlik potansiyelinin yaşadığı tıkanmaları aşmak zorundayız. Karşı devrimcilerin gençlerin önüne koyduğu bütün engeller, aşılabilir engellerdir. Faşist kitleyi karşıya dikme tehdidinden terör tehdidine kadar, hepsi neşe, uyuşmazlık ve militanlığa dayalı gençliğin öz gücüyle savuşturulabilir gözdağlarıdır. Kendimizi örgütlemek ve temellendirmek bizim elimizde.

Neşe ve uyuşmazlık ne kadar gençlik hareketinin bir parçasıysa militanlık da en az o kadar parçasıdır. Bugün gençlere şiddet karşıtı söylemlerle aşılanmak istenen pasifist-barışçıl algılar, direnişi zayıflatma araçlarından başka bir şey olarak okunamaz. Bizler, amaçsız şiddeti savunmadık; ama gençler şiddetle savuşturmayı hiçbir zaman çiçekle karşılamadı karşılamayacaktır da. Fikirlere karşı job ve biber gazı gösterenler, şiddetin her türlüsünü kapılarında bulmaya da hazırlıklı olmalıdırlar. Bizler gençliğimizi çiçekle alamayacağımızı Ali İsmaillerden, Ethemlerden, Berkinlerden öğrenmiş bir kuşağız. Bugün sokak militanlığını, yaratıcı bir yorumlamayla çok daha üst bir seviyeye çıkarma göreviyle karşı karşıyayız.

Bloch şöyle diyordu; “Asılolan ve öz, henüz olmayandır, şeylerin merkezinde kendi kendini önüne katıp sürendir. Sürecin eğilimsel gizliliğinde fırsatını bekleyendir. Bu yüzden aslında o, temellendirilmiş nesnel durumun kendisidir.”4 Gençlik, hakikatini talep etmek için bir fırsat bulmuş durumdadır. Kendimizi örgütlemek ve temellendirmek bizim elimizde. Bugün, bu direnişi gerçek bir gençlik hareketine dönüştürerek devrimci fırsatların önünü açabiliriz. Devletin bize dayattığı her sınırı yerle bir etmek için: Bu gökyüzü bizim, aşağı bakmayız. Bizi köleleştiren, biat’a zorlayan her koşulu alaşağı edeceğiz!


Dipnotlar

1Asef Bayat, Siyaset olarak hayat-Sıradan insanlar Ortadoğu’yu nasıl değiştiriyor?

2İslam devrimi sırasında gönüllü oluşan yerel komitelerden evrilerek gelişen ve daha sonra devrim muhafızlarına bağlı olarak bir komutanlık altına giren ve toplumun hemen her biriminde örgütlenen, mahallelerde asıl üssü camiler olan silah kullanma yetkili milis güçleri.

3İran devrim muhafızları ordusu

4Erns Bloch, Umut İlkesi Cilt 2