Mücadeleyi geliştirecek üç araç: Komite-Eğitim-Eylem
Hedef Dergisi’nin Ekim 1996 tarihli 60. sayısında yayınlanmış olan “Mücadeleyi geliştirecek üç araç : Komite-Eğitim-Eylem” başlıklı metni yürüttüğümüz tartışmalar ışığında Gençlik Komünleri olarak güncelleyerek yeniden paylaşma ihtiyacı hissettik. Yaşadığımız coğrafyada yaşanan örgüt sorununun ele alındığı metinde bir örgütü oluşturan yapı taşlarını ele alınıyor ve işleyiş sistemlerine dair zihin açıcı bir tartışma yürütülüyor. Diyalektik bir anlayış üzerine oturtulan örgüt meselesi farklı alanlar üzerinden derinlikli bir şekilde örnekler sunularak değerlendiriliyor.
Bugün her zamankinden daha fazla bir şekilde mücadeleyi geliştirici araçları yaratma zorunluluğumuz vardır. Çünkü devrimin sunduğu olanaklar büyük alt-üst oluşlara imkân vermektedir. Tabi en büyük ve vazgeçilmez araç örgüttür. Örgütü yaratmaksızın hiç bir başarıyı kalıcı birikimlere dönüştüremeyiz. Halk arasında söylenen çok güzel bir deyim vardır. “Un, şeker, yağ var ama helvayı yapacak kimse yok” diye. Bugün bu coğrafya tam bu durumu yaşamaktadır. Tarihsel ve siyasal meşruiyetini çoktan yitirmiş bu sistemi yıkacak alternatif bir güç tam anlamıyla örgütlenemediğinden, düzen düşe kalka varlığını devam ettirmektedir. Şu da anlaşılmalıdır ki; sistem ne kadar varlık koşullarını yitirse bile kendi kendine yıkılmayacaktır. Dolayısıyla düşmana müdahale edecek iradi gücün rolü bu nedenle çok önemlidir.
Örgüt sorunu
Örgüt bir araçtır. Tabi esas olan insandır (kadrodur). Örgüt kadroların toplamından ve bunların iş bölümünden oluşur. Araçların ve kadroların uyumlu birliklerini sağlayan ve bunları birleştirense eğitimdir. Eğitim sürekli yenilenmeyi ve nasıl savaşılacağını öğretir. Eylem ise örgüte ve ideolojiye ruh ve can verir. Eylemsiz hiçbir teori kendi kendini geleceğe taşıyamaz. Görülüyor ki mücadelemizin en temel geliştirici araçları örgüt (komite), eğitim ve eylem birbirinden kopartılmaksızın ve birbirini tamamlayıcı bir bütünlük içinde değerlendirilmek zorundadır. Bunlardan biri geliştirilmediğinde halka kopacaktır. Komiteler tek tek yürüttüğümüz çalışmaların biriktiği ve devrim mücadelesi sürdüreceğimiz savaş aygıtının temel yapı taşlarıdır.
Bugün devrimci hareketin en büyük problemi örgüt meselesidir. Örgüt, öncülük ve önderlik demektir. Örgüt halkın iktidar mücadelesinde onun savaş gücüdür. Bu gücü geliştirmeyen bir halk, egemenlerin tüm saldırılarına karşı savunmasız kalacaktır ve yenilmeye mahkumdur. Çünkü karşımızdaki egemen aygıt askeri, siyasi, kültürel vb. tüm boyutlarıyla otoritesini bütün toplumun üzerine kurmuştur. Kitleler büyük potansiyel taşıyan güçlerine karşın örgütlü davranamadıklarında nasıl ciddi bir alternatif olamıyorlarsa tek tek bireyler için bu sorun başka boyutlarıyla çok daha yakıcıdır. Şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz, örgütsüz insan devrimci mücadele adına hiçbir kalıcı başarı geliştiremez. Ve bu örgüt gerçekliği sadece iktidar mücadelesinde zorunlu bir savaş aracı olduğu için değil, bütün toplumsal üretimin, sosyal ilişkilerin, büyük bir düzen içinde yürütülmesi için gereklidir. Örgütlenme zorunluluğu reddedilemez biçimde insanlığın bugün geldiği karmaşık ilişkilerin bir sonucudur. Bu gerçeklik arlık ilkokul kitaplarına girecek ve o yaşlarda kavranacak bir olgunluğa erişmiştir. O kitaplarda bilinir, ölmekte olan eskicinin oğullarına söylediği son sözler “birlik olun” olmuştur. Eskici önce tek bir kibrit çöpü istemiş ve bunu rahatlıkla kırmıştır. Sonra kırk tane kibrit çöpü almış ve bunları demet halinde kırmayı becerememiştir. Kırılmamak için böyle birlik olun biçimindeki basit mantıkla bile kavranabilecek bu sözleri aslında büyük bir gerçekliği kavratan en iyi örnektir. Örgüt işte böyle bir gerçekliktir.
Bugün devlet en büyük örgüttür. Egemenler kendi iktidarlarını zorla devam ettirebilmek için en ince ayrıntıya dek indirgenmiş biçimde örgütlüdürler. Görünen ve görünmeyen iktidar aygıtları ve yüzlerce yıllık yönetim deneyimiyle TC bütün toplumu sarmalayan bir ahtapot gibidir. Yüzbinlerce polis ve askeriyle ve yine 5 milyona yaklaşan iktidar çarklarını döndüren memur kadrosu, parlamento, partiler, hukuk, eğitim, üretim sistemi, baskı aygıtları vb… Evet, bunların hepsi egemen iktidar aygıtının yıkılması gereken örgütlü organlarıdır. Böylesine irade ve büyük otoriter güç ancak yine onu aşacak büyük iradi güçle (örgütle) yıkılacaktır. Bugün en temel meselemiz bu örgütü inşa etmektir.
Komite
Örgüt komitelerin toplamıdır. Açık-kapalı, geniş-dar tüm komiteler yukarıdan aşağıya merkezi bir işleyiş çerçevesinde birleşerek örgütü oluşturur. Komiteler örgütleri meydana getiren temel yapı taşlarıdır. Onlarca komite hedeflenmiş bir strateji ve taktik görevler ışığında faaliyet yürütür. Bütün vücudu saran kılcal damarlar gibi bütün ülkeye ve alanlara yayılmışlardır. Bitkilerin topraktaki en küçük bir besin maddesini ve suyu kökleri vasıtasıyla emerek tüm gövdeyi en uç yapraklara kadar beslemesi gibi komiteler örgütü besler. Komiteler daha derinlemesine sonuçlara varmaya sağlayacak böyle gözlem gücüyle vardığı pratik sonuçları doğrudan örgüte aktarır. Onun gören gözü, işiten kulağıdır. En derindeki sesleri ve en açığa çıkmamış potansiyel tepkileri gün ışığına çıkartır. Küçücük bir birim, örgütü ulaşılamaz denen yerlere taşır.
Belirlenmiş siyasi hedefler doğrultusunda kurulan birkaç komite merkezi bir faaliyetin başlangıç noktasını teşkil eder. Örgüt bunların derinliğine ve genişliğine bağlı olarak büyür. Kitle bağlarını geliştirmek ve bunları örgütlülüğe kavuşturmak hareketin esas hedefidir. Bu anlamda kitle ilişkilerinde kazanılan birikimleri kalıcılaştırmak en temel problemdir ve bunun ancak komiteler ile gerçekleştirilebileceği kesindir. Komiteleştirilemeyen kitle ilişkileri eğitilemez. Eğitilemeyen kitle, düzen ilişkilerini harekete taşır. Aynı zamanda kitle bu haliyle dağınık ve örgütsüzdür. Örgütsüz kitle hiçbir biçimde mücadele gücü değildir. Zaten onları bu haliyle çok fazla tutmak da mümkün değildir. Bu anlamda kurduğumuz her yeni ilişkiyi komitelerde istihdam etmek birikimleri kalıcılaştırmanın en önemli garantisi olacaktır.
Komitelerin kuruluşunda mutlak ve değişmez kurallar yoktur. Bunlar genel anlamda örgütün aldığı belirlenmiş biçimlerden ziyade daha esnek davranma kabiliyetine sahiptir. Örgüt ise hareketin stratejisine denk düşen mücadele biçimi nasıl yürüneceği konusunda daha kesin ve net çizgiler ortaya koyar. Bu çizgi temelde “yasal” ya da “yasadışıdır” ve faaliyetin ana ekseni bu temelde geliştirilir. Bu ana eksenin dışında örgütlenme biçimleri taktik mücadele görevleri doğrultusunda şekillenir. Komiteler ise örgütün bu derinleşmiş yürüyüş hattında esnek örgütlenme kabiliyeti ile harekete manevra imkanı sağlar. Komiteler içerikleri birbirinden farklı onlarca faaliyet alanına göre şekil almasına rağmen mücadelenin esas görevlerine örgütlü bir bütünün parçası olarak cevap vermenin koşullarını da sağlar.
Komitenin büyüklüğü ya da açık-kapalı hangi biçimlerde örgütleneceği tamamen içinde bulunulan alanın özgünlüğüne ve ona biçilen misyon ile ilgilidir. Açık ya da kapalı faaliyet yürütecek komitelerin biçimsel yanları farklı olmak ile birlikte özü itibarı ile hepsi aynı politik faaliyetin farklı biçimlerde yürütücüsüdürler. Alanın ihtiyaçları ve düşmanla mücadele şekli komitenin görevlerini ve nasıl örgütleneceğini belirler. Örneğin; faşistlerin yoğun olduğu mahalli çalışma alanlarında kurulacak mahalli komiteler daha pratik davranma kabiliyetine sahip bir örgütlenme olmak zorundadır. Buradaki komitelerin büyük bir kısmı tabi ki açık çalışacaktır ve hatta açık faaliyet yürüteceklerdir. Görevler komitenin nasıl örgütlenmesi gerektiğini belirleyecektir. Bir lise faaliyetinde kurulacak gruplar ise çok daha esnek ve açık olmak zorundadır. Çok gizli ve büyük işler yapıyormuş havasındaki bir lise komitesi hem geniş kitle ilişkilerine ulaşamaz hem de kendisini gereksiz bir gizliliğin dar psikolojisine sokar. Lisedeki böyle bir çalışma tarzı alanın ihtiyaçlarına cevap vermez ve faaliyet giderek darlaşır. Gerçekte ise burada yapılan faaliyet şu aşamada büyük bir gizliliği gerektirmez. Tam tersi devrimci kimliğimizi çok açık ifade ederek okullarda herkesin gözü önünde bir çalışma yürütmek en doğrusudur.
Komitelerin inşası örgütün geliştirilmesidir. Onun çalışması örgütün çalışmasıdır. Tersinden söylersek örgüt yeterince işlemiyorsa bu yeni komiteler kurulamadığı ve işlemediği içindir. Bunun için “Örgüt niye şunları yapmıyor?” diye eleştirirken içinde bulunduğumuz komite ne yapıyor diye sormak gerekir. Ya da bir komite faaliyeti dışında isek niye yeni ilişkiler kurarak onlarla komite kurmadık diye önce kendimize bakmamız gerekir. Kendimizi örgütleyemiyorsak (komiteleştiremiyorsak) bunun bir tarafı da kişiden kaynaklanmaktadır. Çünkü komite daha çok yeni ilişkiler geliştikçe kurulur. Yani komitenin bir diğer anlamı kitle ilişkileri demektir. Eğer komite yoksa aslında etrafımızda ilişki yok demektir. Bunun ilk elden sorumlusu da o kadrodur. Gerçekte ise komite daha çok kitle ilişkileri geliştiğinde bu ihtiyacın ürünüdür. ‘Tohum ekilmemişse mahsul de olmaz.’ dolayısıyla yeni komiteler örgütleyemiyorsak bu çevre ilişkilerimiz yok anlamına gelir.
Düşmanın saldırıları bugün çok yoğun. Artık en küçük bir hak arayışına bile tahammül edemeyecek durumda. Bu aslında onun köşeye sıkıştığını gösteriyor. Bu saldırıları boşa çıkarmak ve örgütün sürekliliğini sağlamak çok önemlidir. Öyle bir örgütlenmeliyiz ki devlet bir yerden vurduğunda başka bir bölgeden çıkmalıyız. Örneğin A mahallesinden vurduğunda B mahallesinden, üniversitelerden vurduğunda liseden, A şehrinden vurduğunda B şehrinden, olmadı memurlardan, kadınlardan, yasal alanlardan… Bu sadırlara karşılık vermeliyiz. Bu tabi ki güçlü bir örgütlenme yani üzüm taneleri gibi yaygınlaşmış komitelerle sağlanabilir. Tek tek komiteler işte bu sürekliliği sağlar. Ülkeyi bir ağ gibi saran komiteler bu anlamda vazgeçilmezdir.
Komitelerin büyük çoğunluğu kitle ilişkilerinin içinde örgütlüdür. Kadro bu ilişkileri sürekli kendi içinde tutabilmek ve yeni alanlarda örgütlenebilmenin sürekliliğini yaratmak zorundadır dolayısıyla komite, kitle ilişkilerindeki tüm iniş-çıkışlara karşı esnek örgütlenme yeteneği ile buna cevap vermelidir. Komitelerde mutlak ve değişmez kurallar yok derken kitlenin bu özelliğini değerlendirerek bu sonuca varmıştık. Hiçbir komite bizim için sonsuza kadar korunacak araç değildir. İşlemeyen, tıkanan tüm komiteler fesih edilerek yeni biçimler ve yeni ilişkilerle yeniden örgütlenmelidir. Komite kurmaktan, tıkandığı noktada dağıtmaktan ve yeni biçimler vererek değiştirmekten korkmamak gerekir. Eğer komite bu hareket ve esneme kabiliyetini yitirirse çok kolaylıkla hantal, bürokratik mekanizmalara dönüşebilir. Diğer yandan herhangi bir alanda yeni cılız bir takım ilişkiler kurduğumuzda bunları bir araya getirirsek kaçarlar korkusuna kapılarak tek tek görüşmeyi tercih etmemek gerekir. Belki komite ve örgüte kafalarında olduğundan daha farklı şeyler yükledikleri için başlangıçta bir çekince olabilir. Buna meydan vermemek için yapılan faaliyeti adlandırmadan işin özüyle uğraşarak bunları çeşitli biçimlerde bir araya getirmek gerekir. Yani bu yeni ilişkileri bir komite faaliyeti içinde örgütlemek cesaretine sahip olunmalıdır. Eğer yanlış bir birliktelik örgütlenmişse ya da bunlara kaldıramayacağı görevler yüklenmişse bu komiteyi dağıtıp bir başka biçimde yeniden bir araya getirerek adım atabiliriz. İşin özü şu; komiteler kitle ilişkilerinin oynaklığı ölçüsünde esnemeyi bilmeli ayrıca bunları kurmak ve dağıtmakta tereddüt etmemek gerekir.
Komite işleyişi bir bütün olarak örgütsel işleyişten farklı değildir. Gerçekte komiteler örgütü oluşturulan en küçük birimlerdir ve örgütün tüm işleyiş mekanizmalarının en küçük birim üzerinde uygulanmasıdır. Demokratik merkeziyetçilik gerektiğinde belli esnemeler içererek bu işleyişin temelini oluşturur. Komiteler, propaganda temelinde zamanın ihtiyaçlarına göre hızla yeni biçimler alabilecek esnekliğe sahiptir.
Kazandığımız tüm yeni ilişkileri komiteleştirmek gerekir. İlişkilerle tek tek görüşerek ne onları geliştirebilir ne de uzun süreli mücadelenin içinde tutabiliriz. Komiteleşmek eğitim, komiteleşmek eylem demektir. Komite bütünü oluşturan ilk ve en önemli parçadır.
Eğitim
“Zafer savaştan önce kazanılır.” Eğitimin nasıl bir öneme sahip olduğu bundan daha iyi anlatılamazdı herhalde. Gerçek bir zaferin en önemli teminatı savaşa en iyi biçimde hazırlanmaktır yani eğitimdir. Eğitimsiz bir ordu ise savaşı daha baştan kaybetmiştir. Mücadelenin en keskin ve sonuç alıcı alanlarında böyle olduğu gibi daha küçük çatışmaların yaşandığı mahalle, üniversite, memur çalışmasında da eğitimin rolü bundan farklı değildir. Kendini ve ilişkilerini eğitemeyen kadro gelişme kaydedemeyeceği gibi ileride de zafer kazanamaz.
Savaşı baştan kazanmanın yolu güçlü bir eğitimdir. Eğitim ne kadar ağır olursa savaş o kadar kolay olur. Dolayısıyla eğitimde kolaycı yaklaşımlar ve bu konuda tembel davranışların sonuçları çok fazla gizlenemez. Bu yaklaşımın sonucunda daha ilk çatışmada yenilgi kaçınılmaz olur. Bu her faaliyet alanı için geçerlidir. “Eğitime ne gerek var, ben pratik işlerin insanıyım.” tarzındaki eğitimi küçümseyici yaklaşımlar uzun soluklu mücadeleyi kaldıramaz. Bu yaklaşım düzenin zor aygıtı ya da onun ilişki biçimleriyle karşılaştığında da bunun altında ezilecektir.
Üniversite gençliği içinde çokça yaşanan bir durumdur bu. Dört yıllık okul yaşamı süresince mücadelenin içinde yer alan birçok devrimci genç, okul bittiğinde iş, evlilik, askerlik gibi resmi ideolojinin zorunluluklarıyla karşılaştıklarında çoğu bilerek ya da bilmeyerek düzene döner. Bu aslında kaçınılmaz sondur. Çünkü kendisini eğitmemiş bir kadronun bu zorunlu yol ayrımlarında sistemin baskılamalarına karşı durması gerçekten çok zordur. Üniversite sürecinde kendi yaşam koşullarının sistemin dayattığı yaşam biçimi ile kendi yaşam tarzı arasındaki çelişkinin sıkıntılarıyla daha ciddi biçimlerde karşı karşıya gelir ve bu durumlarda çoğu zaman kurulu ilişki biçimlerine isteksiz bile olsa dâhil olur. Çünkü resmi ideoloji ve onun ilişki tarzıyla çatışacak gücü kendinde bulamaz. İşte eğitimin kazandırdıkları tam da bu noktada önemlidir. Bu yol ayrımında eğitim bize güçlü bir kavrayışı kazandırmışsa düzenle savaşın ilk turunu başarıyla aşabiliriz. “Bilenle bilmeyen bir olur mu?” sözü bu gerçekliği iyi ifade etmektedir. Bilen kadro karşısına çıkan tüm sorunları aşacak gücü kendisinde bulabilecekken bilmeyen (eğitilmemiş/ kendisini eğitmemiş) kadro ilk zorlu problem karşısında yenik düşecektir.
Düzenin zor aygıtları ve onun işleyiş biçimleriyle her gün iç içe yaşıyoruz. Açık ya da kapalı dayatılan bütün bu ilişkiler aslında düzen ideolojisinin ciddi bir saldırısı olarak değerlendirilmelidir. Çoğu kimse bunları çok fazla önemsememektedir. Oysa aile, evlilik ve her türden düzenle kurulan ilişkilerin aslında bizi yeniden sistem içi ilişkilere çektiği kesindir. Bunların bizi ne tür bir bataklığa sürüklediğini iyi kavramak ve sonrasında bütünüyle bu ilişki tarzlarını reddetmek öyle kolaycı yaklaşımlarla başarılacak şeyler değildir ancak güçlü ve derinlemesine yapılacak bir eğitimle bu aşılabilir.
Eğitime küçümseyici, kolaycı bir tarzda yaklaşmak aslında mücadeleye kolaycı yaklaşmak anlamına gelir. Ya da onun zorlu görevleri aslında kavranamamış demektir. İçinde bulunduğumuz ülke, halk ve sınıf gerçekliğini kavramak ve bunun gerektirdiği bir tarzla mücadeleyi geliştirmek öyle sıradan yaklaşımlarla becerilecek bir iş değildir. Çünkü hem karşımızdaki egemen aygıt çok vahşidir ve yönetme deneylerine fazlasıyla sahiptir hem de iktidar alternatifi muhalif güçler yüzyıllardan bu yana birikmiş kendi ülke gerçekliğinin sorunlarını çok derdinden kavramış değildir. Bunu kavramak da yetmez. Bunun yanında güçlü bir savaşın geliştirilmesi ve kazanılacak her bir mevziinin ancak dişe diş bir mücadeleyle kazanılabileceği hesaplanmak zorundadır. Dolayısıyla böylesine zorlu bir mücadelenin görevlerini aynı ölçüde güçlü bir eğitimle karşılamak gerekmektedir. “Nasıl savaşacaksan öyle eğitim yap.” temel ölçümüz olmalıdır. Tabi savaş ve eğitim arasındaki bu kopmaz ilişkiyi sadece zor aygıtının aktif kullanım sahası için tanımlamıyoruz. Eğitim ve mücadelenin görevleri arasındaki bu ilişki en küçük bir lise komitesinden, mahalle çalışması yapan komitesine kadar açık-kapalı, dar-geniş tüm birimler için geçerlidir. Komite faaliyeti bir yana tek başına bir kadronun mücadeleye ilişkin görevlerinde de eğitimin aynı ölçüde rolü vardır. Söylenenler ve eğitime doğru yaklaşım tarzı tek birey için bile bu seviyede kavranmalıdır.
Mücadelenin görevlerini ve düzen ideolojisinin etki gücünü hafife almanın sonuçları gerçekten ağır olmaktadır. Burada devrimci coşkuyu besleyen birçok değer bile iyi niyetlerden bağımsız olarak kadronun düzene dönmesini engelleyememektedir. Çünkü kadroların değerleri gerçek anlamda kavradığından bahsetmek mümkün değildir. “Ben her zaman bu değerlere bağlı kalacağım.” demek yetmiyor. Çoğu kadroda bu sadece sözle yaşanmaktadır. Ancak mücadelenin görevleri ve düzenin etkisi çok güçlüdür. Bütün iyi niyetlere rağmen bu sorumluluğa uygun bir davranış geliştirilemediği için birçok kadro yeniden düzenin bataklığına sürüklenmektedir. Ayakta kalmayı ve yenilenmeyi bilmek gerekiyor bu da emek harcanmaksızın olmaz. Emeğin kendisi de eğitimdir.
“Üç yıl hazırlandık, üç ay savaştık. Zaferi böyle kazandık.” diyen Vietnam savaşının büyük komutanı Giap aslında bir yandan hazırlığın öneminden diğer yandan eğitimin rolünden bahsetmektedir. Dünyanın en büyük emperyalist gücü ABD’ye karşı ancak bu kadar uzun ve güçlü bir hazırlık ve eğitim devresinden sonra savaş kazanılabilirdi. Giap bize bunu öğretti. İşte eğitimin böylesine güçlü bir rolü vardır. Yaşanan deneylerin öğrettiği gibi güçlü bir eğitimin bir-iki okuma ya da seminer faaliyetiyle kısa sürede sağlanamayacağı ortadadır. Savaş üç ayda kazanılmıştır ama çok uzun bir süre hazırlık ve eğitim yapılmıştır. Başarının altında yatan gerçeklikte budur. Dolayısıyla “Bildiklerim bana yeter.” ya da “Bir kaç kitap okudum daha fazlasına gerek yok” düşüncesinin gerçekte ne kadar sonuç alıcı olmaktan uzak olduğunu bir kez daha Giap’tan öğrenmek gerekiyor. Eğitim esas olarak kadro ve örgütsel araçları birleştirir ve bunlar arasında uyumlu bir ilişkiyi sağlar. Araçlara ve taktiklere doğru yaklaşmayı, yaşanan deneylerden doğru sonuçlar çıkartmayı ve ‘şeyler’ diyalektik ilişkiyi ancak bununla kavrayabiliriz. Karanlıkta bir filin değişik organlarını eliyle bulanlara ne ile karşılaştıkları sorulduğunda birisi filin hortumuna soba borusu, bir diğeri ayağına ağaç kütüğü demiştir. Her biri tuttuğu organın kafasında çağrıştırdığı nesneyi söylemiş ancak hiç birisi bütünlüklü bir şey söyleyememiştir. Gerçek olansa bunun bir fil olduğudur. İşte eğitim bize bu bütünlüğü kavratacaktır.
Eylem
Coğrafyamız koşullarında doğru bir siyasi çizgi ve nitelikli kadro geliştirmek için eylem şarttır! Kitleleri tek tek konuşarak ve onları kuru bir anlatımla eğiterek kazanamayız. Zaten buna zamanımız da yetmez bu tarzda kazanılan ilişkilerin uzun soluklu görevlere hazır olmasını beklemek de yanlıştır. 16. yüzyıl sonrasında sömürgeciliğin ilk geliştiği dönemlerde feodal krallıkların sömürge ülkelerde misyonerler vasıtasıyla Hristiyanlıkla örtüşmüş batı kültürünü propagandaya dayalı bir tarzda yaydığı gibi de sonuç alamayız. Fakat bugün sadece propagandaya dayalı ‘Misyoner’ tarzıyla kitleleri kazanmak mümkün değildir. Politikanın yarısı güçtür. Dün bu böyleydi bugün daha fazla böyle. Çünkü egemen sınıflar düne göre daha güçlü ve daha hakimler. Bu gücü kendiliğinden bırakmayacaklarına göre ve bunu onlardan zorla almak gerektiğinden bugün her zamankinden fazla bir çatışma bizi beklemektedir. Birincisi bu güç eylem ile kazanılacaktır. İkincisi kitleleri tek tek misyonerler gibi eğitme ve onlara ulaşma koşulları olmadığından bunu yine eylemin yarattığı siyasal etkiyle sağlayacağız. Eylemin öğreticiliği ve siyasal sonuçları bizi en ücra bölgelere kadar taşıyacaktır.
Coğrafyamızda bütün gerçekler kitleler tarafından görünmektedir. Toprağı ve insanı dahil her şeyin alınıp satıldığı bir tüketim dünyasının hakim olduğu da sistemin tümüyle çürüdüğü de hatta ordunun öyle kafalarda çokça şekillendiği gibi ‘tarafsız ve kavrayıcı’ olmadığı da görülmektedir. Kitleler bu devletin hiçbir kurumuna ve söylediği hiçbir şeye inanmıyor. Çaresizliklerinin daha çok kendi içlerine kapanarak ‘aşmaya çalışıyorlar’. Üstelik bunun gerçek bir kurtuluş olmadığını bilerek böyle davranıyorlar. Fakat yine de seslerini yüksek perdeden çıkaramıyorlar. Çünkü “devlet çok güçlü ve ne yapsan yıkılmaz. Yapanları gördük. Hepsi bu işin altında kaldı” diye düşünüyorlar. Aslında bu halk yaşadıklarıyla devletin nasıl yıkılacağına kendi sezgileri vasıtasıyla çıkarabiliyor. Bunun da büyük bir örgütlü şiddet gücünü gerektirdiğini biliyor. Ancak bunun gücünü hiçbir muhalif örgütte göremediği için her defasında kendi dünyasına dönüyor. İşte bu basit fakat derinliği olan gerçeklik şuan içinde bulunduğumuz durumu çok iyi izah ediyor. Bu bizim gerçekliğimizdir. Dolayısıyla bu koşullarda doğru bir siyasal çizgide örgütü geliştirebilmek ve kitlelerin güvenini kazanmak ancak eylemin etki gücüyle olanaklıdır. Eylemsiz bir ideolojik politik hattın devrimin ihtiyaç duyduğu örgütü temsil etmesi mümkün değildir.
Eylemin maddi kazanımları sadece yarattığı politik güçle sınırlı değildir. Aynı zamanda eylem örgüte ruh ve canlılık, kararlılık, taktiklerde ustalık ve kendine güven kazandırır. Örgütün gücünü, gerçek durumunu eksiğiyle fazlasıyla açığa çıkartır. Eylem en büyük üretimdir. Üretim kolektivizmi geliştirir. Dolayısıyla kolektivizmi en fazla geliştiren şey eylemdir. Bu ise ortak duygu birliği, moral kendine güven, karşılıklı öğrenme, daha fazla üretim demektir. Eylemin örgüt içinde yarattığı bu moral ve güvenin etkisi aynı biçimi ile tek tek kadrolar üzerinde de yansımasını bulacaktır. Kadroda öz güveni geliştirerek moral, cesaret ve coşkuyu arttıracak, davaya bağlılığı güçlendirecektir.
Tarihte rol oynayan büyük kişilikler ve döneme damgasını vuran akımların hepsi eylemli çıkışların bir sonucudur. Öznel mücadele koşullarının daha büyük imkanlar sunduğu bu nesnel süreçlerde iradi müdahale gücünü gösteren kişilikler tarihte derin izler bırakmışlardır. Spartaküsten, Hz. Muhammed’e, Bedreddin’den Bruno’ya, Lenin’den Che’ye kadar etkili eylemli bir çıkışı vardır. Bu insanları büyüten, savundukları fikirlerin aynı zamanda cesaretli bir savaşçıları olmalarıdır. Eğer haklı bile olsalar sadece görüşlerini anlatmakla yetinselerdi birer tarihsel kişilik olamazlardı. Doğru şeyler söyleyerek ama hiçbir iz bırakmaksızın yok olup gideceklerdi. Tarihte bu durumun örneği çoktur. Çünkü kazanmak için sadece haklı olmak yetmiyor aynı zamanda güçlü olmak gerekiyor.
Roma’ya direnen büyük köle ayaklanması, İslamiyet’in ilk yayılışı, Anadolu’da Osmanlı’ya başkaldıran Bedreddin Ayaklanması, Fransız İhtilali ve Sosyalist Ekim Devrimi hepsi büyük izler bırakan eylemlerdir. Bunların siyasal sosyal moral etki güçlerinin dünden bugüne hala aynı canlılıkla kendini hissettirmesi fikir ve eylem gücünün etkisinde aranmalıdır. Kaldı ki egemenler kendi yazdıkları ‘Tarih’ içinde sınıfsal çıkarlarına ters düşen birçok olgu, olay ve kişilikleri yok saymak istemişse de bunu becerememişlerdir. Örneğin; resmi tarih Baba İshak ve Bedreddin gibi halk ayaklanmalarını, 1920lerde TKP, Çerkez Ethem ve Halk Şuralarını, 1930’larda Seyid Rızaları yok sayar. Onları tarihten silmeye çalışır, görmezden gelir. Ancak tüm çabalarına rağmen bunu yapamaz. Çünkü dünden bugüne onların eylemleriyle bu toplumun bilincinde yarattıkları etki gücünü silmeleri mümkün olmamıştır. İşte eylemin gücü budur. Tarih bu örgütlü güçle yazılır.
Eylemsiz bir ideolojik-politik hattın doğru bir çizgide gelişmesi mümkün değildir. Zaten bu çizginin stratejik bir zafer kazanmasının koşulu yoktur. En fazla küçük başarılardan ve kısmi gelişmelerden bahsedilebilir. Ancak bunların da çok sağlıklı gelişmeler olmadığı açıktır. Hastalıklı ve zaaflı, kendine güvensiz bir gelişmedir bu.
Gerçekte eylem en ciddi ayrıştırıcıdır. Doğru yanlış, zayıf güçlü, eksik fazla her şey orada daha çıplak bir şekilde ortaya çıkar. Eylem gerçek durumun aynasıdır. Eksiklikleri ortaya çıkartarak yenilenme fırsatı sunar. Bunu değerlendirebilen süreçten daha güçlü çıkar. Umursamayan ise çürür. Eylem çürük ve yanlış gelişmenin önünü keser, yanlış ile doğruyu hızla ayırt eder. Zaaflarının üstünü örtenlerin, ayakları havada kendini kandıranların gerçek durumunu açığa çıkartır. Ne kadar savaşma kapasitemizin olduğunu, düzenin ideolojik etkilenmesinden ne kadar koptuğumuzu, uzun soluklu bir mücadeleye hazır olup olmadığımızı, tereddütlerimizi, korkularımızı en keskin ve acımasız biçimde gösterir. Eylemin gücü keskin bir kılıç gibidir. Bir tarafı onun kazandırdığı kısımlarıdır, diğer yanı ise tüm çıplaklığı ile zayıf yanlarımızın açığa çıkmasıdır. Eylem bu denli keskin bir ayrıştırıcıdır ama eylemden korkmamak gerekir. Sağlıklı bir gelişme bu gerçek durumun üstüne cesaretle gidebilmeyle kazanılır. Bu gücü kendinde göremeyenler sürekli yenilmeye ve çürümeye mahkûmdurlar. Eylemin süzgeci en sağlıklı gelişmeyi sağlar. İster kadro düzeyinde olsun ister siyasal bir çizgide olsun gerçek anlamda her şeyin sınandığı yer burasıdır. Bunu başarıyla aşanlar yeni gelişmeleri yaratacak olanlardır.
Mücadele iyi niyetle değil kendi kuralları ile yürür. Bu kurallar çok katıdır ve buna ayak uyduramayan hiç kimsenin politik ve pratik olarak yaşama şansı yoktur. Düşman bugün toplum üstünde büyük bir otorite kurmuştur. Herkesi belirli sınırlar içinde hapsederek en fazla bunun içinde politika yapma hakkı tanımaktadır. Devletin terör aygıtları bunu aşmaya çalışanların başında “Demokles’in Kılıcı” gibi durmaktadır. Topluma saldığı bu korkuyla herkesi kendi istediği çizgiye çekmiştir. Bu hakimiyeti küçümsediğimiz anda düşmanın saldırılarını savuşturmak mümkün değildir. Esas olarak bu karşı şiddet aygıtının parçalanması ancak devrimin şiddetini yaratmakla mümkündür. Eylem bu şiddeti açığa çıkartır, nasıl mücadele edilmesi ve nasıl konumlanmak gerektiğini en doğru biçimde kavratır. Çatışmanın kurallarını ortaya koyar. Buna ayak uyduramayan hem eylemin sürekliliğini sağlayamaz hem de çatışmayla üstüne çektiği düşmanın gücü karşısında tasfiye olmaktan kurtulamaz. Bu anlamda eylem, mücadelenin kurallarını en doğru ve dolaysız biçimde açığa çıkartır. Hareketi ve kadroları eylemin gücü doğrultusunda hizaya sokar, doğru bir konumlanmayı sağlar.
Eylemin gücü büyüktür. Bu güç dolayısıyla bütün faaliyetleri kendi eksenine sokar. Ona göre üstlenilir ve onun yarattığı olumlu sonuçlar örgütün gelişimini belirler. Bu gelişmeyi sağlayıcı kurallar aslında eğitim faaliyetinin doğru bir temelde şekillenmesini sağlar. Eylemden öğrenen bir eğitim ve eylemin örgütlenmesine yönelik bir eğitim en sonuç alıcı olandır. Yöntem olarak eylemli bir eğitim en kalıcı sonuçların akılda kalmasını sağladığı gibi en derin kavrayışı da geliştirir. Bunun için eylemden çok fazla öğrenmek gerekiyor. Nerede hatalı davrandık, nerede doğru yaklaşımlar içine girdik, sonuçları ne oldu, bunlar defalarca gözden geçirilmelidir. Yeni faaliyetler çıkarılacak dersler ışığında örgütlenmelidir.
Küçük-büyük tüm eylem biçimleri örgütün siyasal çizgisi haline getirilmelidir. Eylemin büyüğü küçüğü olmaz, her kadro ve komite bulunduğu alanda özgünlüğüne ve kendi güçlerine göre çeşitli eylem biçimleri geliştirilmelidir. Örneğin; insan ilişkilerinin çok içine kapalı olduğu bir bölgede başlangıç için bunları sosyal bir ortamda bir araya getirmek geliştirilecek ilk eylemdir. Üniversitede forum, mahallede kahve konuşmaları, lisede pankart vb… Bunların hepsi şartlara göre geliştirilecek biçimlerdir. Tabi ki bütün küçük derelerin toplanacağı bir göl tüm eylemlerin ve mücadele biçimlerinin buna akacağı temel bir eylem çizgisi olacaktır. Ancak eylem denilince sadece şiddetli vuruşlar yapılır gibi bir anlayışımız olamaz. Kaldı ki birçok birim zaten bu faaliyet alanlarının görevlerini yerine getiremez. Dolayısıyla bu vuruşları yapacak birimler dışında diğer komitelerin eylemsiz bir politik çizgi benimsemelerini tabi ki kabul edemeyiz. Onlarda kendi konumlarına uygun en etkili vuruş tarzını geliştirmek zorundadır. Görüldüğü gibi eylemi sadece devrimci zor aygıtı ile bir tutmuyoruz. Her komite her kadro kendi durumuna göre pratik tavrı geliştirmelidir. Bu tavır hem kadronun hem komitelerin sürekli sahip olması gereken bir özelliktir. Örgüt eğer bütün faaliyetlerinde eylemli bir gelişmeyi bir politik çizgi haline getirmezse asla güçlü bir kadro ve mücadele yaratamaz.
‘Şu aşamada esas olan eylem değil örgütlenmedir. Şimdi bunun propagandist çalışmasını yapalım ve geniş kitlelere ulaşalım. Sonrasında topyekûn güçlü bir ayağa kalkışla iktidarı alırız’ düşüncesi bugün çeşitli biçimlerde savunulan sakat bir anlayıştır. Bunun bir yanı bilinçli bir şekilde bugünün görevlerinden ve eylemden kaçıştır. Bir yanı da içinde bulunduğumuz koşulları doğru kavrayamamaktır. Birincisi için bir şey söylemeye gerek yok. Çünkü bu anlayış zaten bu haliyle çürümeye ve başarısızlığa mahkûmdur. İkincisi için söyleyecek şeyler var:
1) Bugünün görevleri ertelenemez. Günü kazanmayan geleceği kazanamaz. Düşman bu süreçte bütün toplumsal kesimlere ve her türden muhalefete çok şiddetli biçimde saldırmaktadır. Dolayısıyla bu saldırıya aynı biçimde karşılık verilmeksizin ve devletin terör aygıtı parçalanmaksızın hiçbir sonuç alınamaz.
2) Şiddetin temel alındığı biçimlerin dışında hangi mücadele biçimi ve araçlarıyla faaliyet yürütürsek yürütelim bunların hiç birisiyle kalıcı değerler biriktirmek mümkün değildir. Çünkü düşman bugün geleceğe taşınabilecek hiçbir kazanımın biriktirilmesine izin vermemektedir. Dolayısıyla sadece “O büyük gün geldiğinde eylemimizle ayağa kalkarız.” diyenlere söylenecek şey şudur ‘o büyük gün’ hiçbir zaman bu biçimde gelmeyecektir. Çünkü başka bir yaşama sıçrama yapma gücünü alacağımız ‘o tepe’ hiçbir zaman kendiliğinden büyümeyecektir.
3) Bugün biriktiremeyen yarın hangi kazanılmış mevzide savaşacaktır?
4) Artık sadece propagandayla anlatarak ve düzenin sınırlarını aşamayan eylemlerle mevzi kazanma dönemi kapanmıştır. Kitleler zaten bazı gerçekleri bizim anlatmamıza gerek kalmaksızın kendileri görüyorlar. Onların beklediği bu gerçeklerin anlatılması değil ayan beyan görünen bu soysuz düzene karşı güçlü bir çıkıştır. Çünkü kendi yaşadıkları deneylerden bu devletin ancak büyük bir güçle yıkılabileceğini anladılar. Bunu bekliyorlar. Bunu göremeyince de mevcutlara destek vermemektedirler. Artık mücadele eylemli faaliyet ekseninde gelişecektir. Kitlelerde sadece buna kıymet biçmektedirler.
5) Bugün sınırlı bir gelişme kaydedilebilir. Ancak eylemsiz gelişme zaaflıdır. Bu ‘büyüme’ geleceğin zorlu görevlerini kaldıramaz. Kadro güçlü vuruşlar yapacak ruh halini kendinde göremez.
6) Bugün en etkili ve sonuç alıcı vuruşları bizzat eylemin yarattığı siyasal sonuçlar yaratacaktır. Gelinen aşamada bu, her zamankinden çok daha fazla belirleyici ve stratejik mücadelenin ana eksenidir.