Perşembe, Nisan 25, 2024
Röportaj

Özyönetim Direnişlerinde Cizre|Röportaj

2015’te Cizre’de özyönetim direnişleri ve sokağa çıkma yasakları sürerken orada bulunmuş, şahitlik etmiş bir gençle Gençlik Komünleri olarak röportaj gerçekleştirdik. O dönemden bu yana hem Kürdistan’ın farklı bölgelerinde hem de Türkiye’de ciddi siyasi gelişmeler meydana geldi. Bugün Türkiye’deki siyasi konjonktüre baktığımızda iktidarından muhalefetine herkesin 2023 seçimlerine, seçimin olup olmayacağı belli olmasa da, en azından “seçim sürecine” uygun olarak hazırlık yaptığını görüyoruz. Bu coğrafyada iç savaş koşullarını da tartıştığımız bir süreçteyiz. 7 Haziran 2015 seçimlerine tekrar döndüğümüzdeyse HDP’nin seçim zaferi sürecinin, Kürt halkının ve tüm ezilenlerin umudunu yükselttiği ve sistemin büyük bir krize sürüklendiği bir dönem olduğu bugünden bakılınca çok daha net görülüyor. Siyasi arenada seçimlerin önemli bir yer teşkil ettiği, geniş kitlelerin bu süreçte politikleştiği su götürmez bir gerçek. 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinin arasında ve sonrasında Kürdistan’da gelişen özyönetim direnişleri siyasi arenanın yönünü meclisten sokağa çevirmeyi başarabilmişti. Yenilgisi, ayaklanma şekli, zamanı ve ortaya çıkardığı “olumlu” – “olumsuz” sonuçlarını kesinlikle göz ardı etmeden özyönetim deneyimlerinin bize hatırlattığı sadece seçimler savaşımının bir parçası olmayı değil sokak savaşlarının tarafı olmayı da unutmamalıyız. Türkiye’de yoksulluk korkunç boyutlarda seyrederken, barınma krizi gittikçe derinleşirken ve faşizm tüm ezilenlerin sesini yok etmeye çalışıyorken sokakta siyaset yapmaya girişmenin sınıf savaşımını yükseltmenin zamanı değil midir?

Merhabalar, öncelikle çözüm sürecindeki havadan başlamak istiyoruz. Bu sürecin Kürdistan’daki yansımalarını özyönetim direnişlerine gelene kadar kısaca nasıl anlatırsınız?

Eskiye göre farklarını şöyle açıklayabilirim. Mesela biz yazın yaylaya çıkardık. Yayla ile Cizre merkez arası 4 saat ve hiçbir kontrol olmuyordu. Tüm şehirlerde kontrol açısından belli bir rahatlama vardı. Öte yandan Cizreliler bu sürece her açıdan olumlu bakıyordu. Evladı dağda olan birçok insan vardı, ölüm haberi gelmiyordu ve güvenli bir durumda olduğunu biliyorlardı. Bir çatışma durumu yoktu ve bunun böyle gideceğini de öngörüyorduk ya da öyle zannediyorduk. Bir süre sonra devletin yavaş yavaş vazgeçmeye başladığı, misilleme yaptığı hissedilmişti. Somut olarak şunları da biliyor ve görüyorduk. Dediğim gibi herhangi bir askeri veya polis merkezi gibi bir yerde takılma yoktu isteyen istediği şeyi getirip götürebiliyordu ve çoğu insan da bunu yaptı. Silah ve sigara depolandı hem ticaret için hem de bir şey olduğunda kendini korumak için insanlar yaptı bunu. Bu süreç gelişmeye devam ettikçe bir yerden sonra artık hendekler kazılmaya başlandı ve halk özellikle de gençler silahlanmaya başladılar. Halk da kendi misillemesini yapıyordu. Gerillanın kendisinden doğrudan dağ kadrosundan gelenler de vardı tabi. Gerillayla birebir temas hep vardı. İki taraf da çözüm sürecinin bitişinin yaklaştığını biliyordu ve hazırlık yapılmaya başlanmıştı.  Sonuçta devlet bu hiçbir zaman yüzde yüz güvenemezsin. Aslında bu bizim çözüm sürecini yanlış tanımlamamızla birlikte gelişti. Çözüm süreci oldu diye biz hemen özerklik verileceğini düşündük. Bana kalırsa da devlet bazı durumlarda bilerek sessiz kaldı. Onlar bırakın silahlansınlar suçüstü yapalım diye düşündü. Öte yandan halkın ekonomik gücü de yükseliyordu bu yüzden insanlar fikirlerini hem daha yüksek söylemeye hem de daha rahat davranmaya başladılar. Özerklik verilecek diyordu herkes. 7 Hazirandan sonra da biz aldık denildi.  

Özyönetim direnişleri başladığında nerede bulunuyordunuz, nasıl ve ne zaman başladı tarih aralığı verebilir misiniz?

Ben Şırnak’ta doğdum. Benim doğumumdan iki üç sene sonra Cizre’ye geçmiş ailem. Liseye kadar Cizre merkezdeydim. Ortaokuldan sonra da Şırnak lisesine geçtim. Şırnak’a gidip geliyordum. Ben lise üçteyken direniş başladı. Yasaklar başlamadan hemen önce Cizre’de ailemin yanındaydım, 13-14 Aralık diyebilirim. Yaklaşık 88 gün sürdü ben 85’inde oradaydım. Yasakların başlayacağının duyurusu yapılmıştı ama insanlar yasağın bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemişti. Çünkü daha önce de yasaklar oluyordu ama 10-15 gün sürüyordu o yüzden şehirden çok az insan çıkmıştı. 

Sokakta hendekler ve direniş nasıl gelişti? Gerilla ile halk arasında nasıl bir bağ vardı, direnişe halkın katılımı ve yaklaşımı nasıldı?

Hendeğin kazılmasında ve kum torbalarının taşınmasında halk direnişçilerle beraberdi. İlk başlarda güçlü bir bağ vardı ve direnişçilere her türlü yardım sağlanıyordu. İlk zamanlarda halkla silahlı gençlerin kesinlikle iç içe olduğunu söyleyebilirim. Süreç ilerledikçe halkla gerilla ve direnişçiler arasındaki bağ kopmaya başladı. Çünkü beklenildiği gibi ilerlemiyordu artık, baskı artmıştı. En önemli nokta tankın gelmesiydi. Tank direnişi yenmeye başladıkça halk da geri çekilmeye ve korkmaya başladı. Örneğin Mehmet Tunç öldürülürken Cizre halkı topyekun gidip alabilirdi ama gidemediler, demek ki korku oluşmaya başlamıştı. Çünkü belli bir tarihten sonra kapısına çıkan her insanı öldürmeye başladılar. Benim elli metre ötemdeki camına çıkan adam da öldü, sokaktan geçen herhangi bir insan da öldürüldü.

,Peki direnişin yenilgisi nasıl gelişti?

Daha öncesinde Cizre’nin tam ortasında bir “kültür merkezi” inşa edilmişti. Aslında Cizre’yi yıkan yer burasıydı. Çünkü hem tepeyi görebiliyorsun hem de ovayı görebiliyorsun. Her yere hakim bir yerdi, Cudi’yi dahi görebiliyordun. Özsavunmacıların da en büyük sıkıntısı devletin burada güçlü bir şekilde konuşlanmasıydı. Onun dışında Kobra dediğimiz araçlarla şehirlere inerlerdi. On beş gidiyorlarsa beş geri dönerlerdi. Kente indiğinde burun buruna oldu mu kesinlikle devlet üstün değildi. Direniş orada toplasan 200-300 genç ise devlet oraya binlerce asker getirdi ve çoğu asker geri dönemedi. Çoğu paralı olduğu için hiçbiri devlet tarafından şehit olarak anılmadı. Çok sayıda yanakları geniş, uzun sakallı “esedullah” denilen bildiğimiz asker tipinden farklı paralı askerler vardı. Bunlar şehit oldu diyemezlerdi çünkü bu kadar kaybın hesabını devlet veremezdi ve paralı askerlerin eğer varsa ailelerini susturuyorlardı. Çünkü böyle bir şeyden halkın haberi olursa askerin kendi direnci düşecekti. O yüzden çoğu ölüm söylenmedi. Biz ne olduğunu oradaki insanlar hepimiz biliyoruz. Bini aşkın ölüyü kendi gözlerimizle gördük. Medya bunları göstermedi. Ancak stratejik konum ve tankların şehirde bu konumlara yerleştirilmesi askeri koşulları değiştirdi.

Medyanın yalan haber yaptığını ve gerçekleri göstermediğini mi söylüyorsunuz?

Tabi ki. Orada 300 genç şehit olduysa en az 3000- 5000 asker öldü. Bunu çok net söyleyebilirim. Hatırlarsanız bir görüntü vardı. Bir hafriyat kamyonu asker almaya geliyor. Haberlerde 13 ölü dediler. 120 ölü çıktı oradan. Yüzde 10’unu söylemiş oluyorlar, geri kalan yüzde doksanını söylemiyorlardı.

Sokağa çıkma yasakları boyunca gündelik yaşamınızı nasıl sağlıyordunuz? Su, elektrik, gaz, yiyecek…

Dördüncü günden itibaren elektrik kesildi. Bizde doğalgaz zaten yok. Herkes tüp kullanır orada. Su ise Cizre’de her hafta bir mahalleye verilirdi. Bizim ev çift aile iki katlı bir ev. Evde yaklaşık 60 nüfustuk. Bizim gidecek yerimiz de vardı. Şırnak merkezde başka akrabalarımız da vardı o zaman. Bizi davet de ettiler. Biz gelemeyiz dedik çünkü evimizi bırakamazdık. Orası benim yerimdir, biz oradan çıktığımız an orası yıkılır, çevremize bir hayrımız kalmaz artık. Hayvancılık yaptığımız için bir tane de arabamız vardı. Onun aküsüyle ışıldak dediğimiz aletleri şarj ederdik. Mazotu da alt sokaktaki bir komşudan alıyorduk. Evin arkasında da küçük bir inşaatımız vardı. Biz onun altında aş yapardık ya da suyu ısıtırdık. Çaydanlığı ısıtıp ayağımızı ısıtırdık. Biz biraz şanslıydık diyebilirim. Kalabalık bir aile olduğumuz için yiyeceği ve suyu kalabalık düşünüyorduk ve o sırada depolamıştık.

Evde kendi aranızda neler konuşuyordunuz bomba seslerinde geceler nasıl geçiyordu?

Evin içinde bir yerden sonra gencin, yaşlının, kadının, çocuğun anlamı kalmıyordu hepsi eşit hale geliyordu çünkü yaptığın her şey eşit savaş durumunda. Genellikle evin ön kısımlarında oturmaz arka kısımlarında otururduk çünkü ön kısımlarının ateş alma tehlikesi daha fazlaydı. Beraber otururduk, sohbet etmeye çalışırdık.Direniş adına da kendi adımıza da konuşmalar yapardık. Başlarda dediğim gibi yasağın kısa olacağı düşünüldüğü ve direniş güçlü olduğu için olumsuz bir düşünce ya da temel ihtiyaçlar çok sıkıntı gelmiyordu. Ancak yasaklar uzamaya başladıkça ve ölümler artmaya başlayınca tamam haklı bir giriş ama erken miydi diye düşünmeye başlıyorsun. Çünkü halkın her bakımdan tam hazırlıklı olmadığı ortaya çıkmıştı.

Çocuklar neler olduğunun farkında mıydılar? Onlar nasıl etkileniyordu ve onlar için direniş ne anlam ifade ediyordu?

Evet. Yani tank top sesleriyle uyanıp kalkıyorsa bir anlamı var. Onlar da gerillanın askerin veya devletin ne olduğunu az buçuk tanımlardı. Tabi ki tam olarak değil ama onlar için de bir anlamı ve neyin ne olduğu bilinci vardı. Biz ve karşı taraf algısı çocuklarda da nettir. Bir yerden sonra işte gündelik temel ihtiyaçlar örneğin elektrik gidiyor, sokağa çıkma yasakları sürüyor bomba seslerinde hep direnişi konuşamıyorsun. Ölüm haberleri artıyor, tanıdık insanlar ölüyor, üzerinden tank ateş ediyor, cama çıkan vuruluyor, kapısının önüne çıkan vuruluyor. Artık dışarı dahi bakmamaya başlıyorsun. Bu konuşmalardan ve havadan elbette ki kötü etkilenmeye başlamışlardı. O yüzden konuşmalarımızı da değiştiriyorduk. Oyunlar oynamaya çalışıyorduk onlar için ve günü bir şekilde bitiriyorduk.  

O dönemki gençler siz de buna dahilsiniz artık büyüdüler, belli bir yaşa geldiler. Bazıları metropole savruldular, bazıları Cizre’de kaldı. Peki o dönem hayatınızı nasıl etkiledi?

Biz eskiden çok keskin düşünürdük. Partiye katılım oranı o zamanlar çok daha fazlaydı. 100 genci topla 85’i partiye katılımı illaki aklının bir ucunda taşırdı. Şu ankini söyleyeyim size: 100 gençten 25’i düşünür düşünmez böyle bir durum. Yani aslında en çok bize etki etti. Ölümü görüyorsun tanıdığın çoğu insan ölüyor. Kendi yaşındaki insanlar ölüyor her gün. Herkesin içine korku yerleşmeye başladı belli bir noktadan sonra. Yasaklar bittikten sonra da orada kalan gençleri aileleri dışarı çıkarmamaya başladı ve bir yerlere bağlamaya çalıştılar. Evlilik ailelerin ilk tercihlerinden biriydi. Çocuklarını korumak için onları hemen evlendirmeyi tercih ettiler. Örneğin benim Cizre’de kalan birçok arkadaşım evlendi veya ülke dışına gönderildi.

Çatışmalar yoğunlaşmaya başladıktan sonra hem Kürdistan’ın diğer bölgeleriyle hem de metropollerde yaşayan kürtlerle Cizre’nin ilişkisi nasıl gelişti? Cizre halkı yalnız kaldığını mı hissediyordu?

Kürdistan’ın diğer bölgelerindeki direnişlerle bağlantı sadece haber alma/verme düzeyindeydi. Direndiklerini biliyorduk ama güçlü bir bağlantı olduğunu söyleyemem. Ancak metropollerde örneğin 3 milyonun üzerinde kürdün olduğu İstanbul’da özyönetim direnişlerine dair medyaya etki edecek eylemler yapılabilirdi, biz bunu görmedik. Çünkü bizim en çok muzdarip olduğumuz durum Türk medyasının gösterdiği şeyler. İstanbul’da kürtlerin etkisini göremiyorsun. Onların bunu yapması lazımdı en azından medyaya, halka gerçekleri göstermesi lazımdı. Dışarıdan manevi olarak bir yardım gelmediği sürece her ne kadar senle olduğunu bilsen dahi yanında görmediğin sürece direncin kırılıyor. Çünkü dışarı çıkan ölüyor, direnen ölüyor, genç ölüyor. Her şeyin damar noktası gençtir biliyorsunuz. Halkın da damar noktası gençtir. Baktı ki her gün artarak genç ölüyor bir giden bir daha geri gelmiyor ve dışarıdan yardım gelmediği için de korkulmaya başlandığını söyleyebilirim.

Askerlerle yaşadığınız bir olay var mı, sizin evinize girdiler mi?

Yasaklama olduğu için çoğu zaman bahçeye çıkmak bile yasak. Bahçe, etrafı tuğlalarla çevrili bir yer. Hanemin bahçesine çıkmam dahi yasaktı. Bir gün bahçeye geldiler. Erkekler dışarı çıksın dediler. Benle iki kuzenim durduk, çekindik. Evde kalalım onlarla yüz göz olmayalım dedik. Amcamlar dışarı çıktılar. Sonra tekrar “dışarı çıksın herkes” , “bir erkek daha görürsek orada öldürürüz” dediler. Bunun üzerine çıktık biz de. Elimizi duvara yasladılar ve hem bizi hem evi aramaya başladılar. Omzumuzdan tutup şu mu diyerek bizi göstermeye başladılar. 3 kişiyi tespit ettiler bizden. Bunlar sürekli dışarıdalar dediler. Tespit edilen 3 kişiden birini tuttular ve “bu kişinin ölüm emri geldi, biz ölüm emrini verdik. Siz karşıdaki adama dua edin” dediler. “O bahçeye kim çıkıyorsa öldürün diye emir verdik ve özellikle de onu öldürün dedik, verilmiş sadakanız varmış” dediler.

Savaş sırasında kadınlara devletin özel yaklaşımı ve direnişte kadınların rolü hakkında neler söylersiniz?

Cizre’de direnişte özellikle kadınların, annelerin etkisi çok fazlaydı. Çünkü baktığınızda direnişteki çocuk da onun sokakta öldürülen de o. Askerler boş evlere girip kadınların kişisel eşyalarıyla sapıkça şeyler yaptıklarını, evde bulunan değerli eşyaları aldıklarını ve yine duvarlara Türk devletini öven şeyler yazdıklarını biliyoruz. Kadının düşürülmesinin Kürdistan’ın düşürülmesi anlamına geleceğini devlet iyi biliyordu. Bu yüzden kadınlara da yaklaşımı farklıydı tabi. Doğu’da genellikle erkek daha baskın diye düşünülür ve böyle yansıtılır ama kadın her zaman daha çetindir. Evi çeviren de kadındır erkeğin işini gücünü belirleyen de kadındır. Bir miting olsun, Newroz alanı olsun erkekten çocuktan fazla kadın bulunur. Kürdistan’da her alanda kadın vardır o yüzden ilk önce sindirilmeye çalışılan her zaman kadındır.

Direniş sürecinde halkın ve direnişçilerin kullandığı yaratıcı stratejileri var mıydı, biliyor musunuz?

Halkın en yaratıcı stratejisi sokaktı. Çünkü şunu biliyoruz direniş sokağa inerse yüz yüze gelinirse direnişin üstün geleceğini biliyorduk ki geliyordu da tank gelene kadar. Hangi sokaktan nelere çıkılacağını hangi evin altında ne olduğunu hangi bahçeden geçilip geçilmeyeceğini bilirdik. Evlerin tünelleri ve gece özyönetimciler açısından en stratejik silahlardı. Gece alanı bilen direnişçiler çok daha güvenli ve rahat hareket ediyorlardı.

Bodrumda yakılma olaylarına tanık oldunuz mu bunlar hakkında neler söylersiniz?

Şahsi olarak görmedim ama insanların bodrumlarda yakıldığını kesinlikle söyleyebilirim ve gerçekten çocuğunun kemiğine dahi ulaşamayan çok insan oldu.

Yasak kalktıktan ve direniş yenildikten sonraki Cizre için neler söylersiniz? Nasıl bir Cizre oluşmaya başladı?

Devlet sınırları içerisinde şehirlerde tankın kullanılacağını kimse tahmin etmemişti. Tankın şehre inmesi büyük bir kırılma yarattı herkes açısından. Cizre halkı 7 Haziran zaferinden bağımsız olarak kendine ve özgürlük hareketine inanan, ulusal gücüne, Kürt özgürlüğüne güvenen bir halktı. Hala daha bu inanç var ama inancın ciddi oranda parçalandığı da bir gerçek. Ancak asıl olarak Cizre’nin yıkılışı yasak kalktıktan sonra oldu diyebilirim. Yasak kalkma zamanına geldiğimizde artık şehirde üç insana bir polis düşmeye başladı. Elini kaldıramıyorsun. Arkadaşınla konuşamıyorsun. Yan yana 3 kişi yürüyemiyor. Benim yürüyerek evimden çarşı beş dakika. Gidene kadar beş tane polis noktasında takılıyorsun. Bir yerden sonra insanlar daha çok içlerine kapanmaya başladılar ve devlet Cizre’nin fiziki yapısını, insanının düşünce yapısını değiştirmeye başladı. Fuhuş ve her türlü uyuşturucu bizzat devlet tarafından sokuldu ve bunları medyada yayınlamaya başladılar. İşte Cizreliler böyle yapıyor diye. Cizre’yi aslında savaştan sonra yok etmeye başladılar. O zamanların hafızasını unutturup kültürsüz ve geçmişsiz bir gençlik yaratmaya çalıştılar. Cizrelileri başka şeylerle ithaf etmeye başladılar. Aslında bir direnişçi değil de hap satıcısı olarak anlattılar. Hatta el altından okul çevrelerinde, sokaklarda parasız olarak hap dağıtmaya başlamışlardı. İnsanları oyalamak ve başka bir şey düşünmelerini engellemek için. Aradan 8 yıl geçtikten sonra şunu diyebilirim ki artık eski gençlik yok. Her şey değişmeye başladı insanların giyimi, konuşma tarzı… Sözde “sosyalleşmeye” , “modernleşmeye” başladılar.

Bugünden dönüp baktığınızda o kadar ölüm, acı ve direniş… Neler hissediyorsunuz, sizce kazanma şansı var mıydı direnişin yoksa yanlış bir kalkışma mıydı?

Ben kaybetmiş olsa bile doğru bir hamle olduğunu düşünüyorum ama bu denli kayba izin verilmeyebilirdi. Belli bir yerden sonra geri çekilme olmalı mıydı bilmiyorum. En azından bir yerden sonra birçok kişi çıkarılabilirdi. Direnişçiler kendi bildiğimiz gibi, kendi dilimizle yönetebileceğimizi söylüyorlardı ve halk da buna inanmıştı, bu görüşle birdi. Bu kalkışmanın dünyaya çok önemli bir mesaj verebileceğini düşünüyorlardı ve bana kalırsa o mesajı verdik de. Açık ki hiçbir yerde savaşılmayarak ya da ölmeyerek bir şey kazanılmaz. Bu zamana gelmemizin nedeni hareketin yıllar içinde binlerce şehit vermesidir. Dünyanın her yerinde savaş böyle sürdürülür. Ama öngörüsüzlük kesinlikle vardı. Çünkü fragmana göre olmadı olaylar. 10-15 günlük yasak olmadı. Tankın şehre ineceğini kimse beklemiyordu. Hazırlıklar buna göre yapılmamıştı. Şehre indirilen kadro bu denli büyük değildi. 70-80 kişilik dağ kadrosu geldi. Belki halk daha çok bilinçlendirilebilirdi, çünkü topyekun bir örgütlülük sağlanamadığını bugünden bakınca söyleyebiliyoruz. Ayrıca batı metropollerinden gerek sokak gücünü, gerek maddi, manevi desteği, gerek siyaset alanından yeterli desteği asla göremedik. Elbette yalnız değiliz. Ancak yalnız bırakıldık.